Futbolda garantiler yoktur, ama sıradan gibi görünen bir söz, bir şeyler anlatır: “Bu maçı kazanmayanı döverler...”
FİFA sıralamasında 132. olan, cılız bir rakip karşısına çıktık. Biz 46’ncıyız! Yenemesek dayaklık olurduk! Rakip teknik adam bile favori olduğumuzu söylemişti.
Erken kararttığımız umutlarımızı, aklaştırmanın yoluna çıkaracak adımı atabileceğimiz maçtı bu maç. Peki, biz ne durumdaydık?
Bir önceki Brezilya maçında isteksizce, güvensizce, yürüyerek oynayan bir takımımız vardı. Bunun da etkisinde belli ki takım gergindi çok. İlk onbirde açıklanan Volkan Demirel’in, ısınırken aldığı seviyesiz tribün tepkisini taşıyamayarak sinirlenip soyunma odasına gitmesi, oradan evinin yolunu tutması akıl alır, rastlanmış bir şey değildi!
Ancak takım maça sağduyulu girişti. Mücadelenin akışında gergin değildi. Önce kalabalık bekleyen Kazakların üstüne gidip, hücum alanlarının sıkışmasına kendimiz neden olduk. Rakibi üstümüze çeken düzene geçince hücum alanlarımız gönlümüze göre açıldı. Aralara koşular, sağ kanattan ortalar golün pişmekte olduğunun habercisiydi. İki tane kaçırdık. Ve Burak yaptı yapacağını, aldı penaltıyı. Onu gole çevirdi. Az sonra kalecinin de hatasıyla ikinciyi bulduk. Ohh! Artık özgüven geri gelmişti. Bu da goller kadar bir ihtiyaçtı. Kazakistan’ın biz hata yapmadıkça, üreteceği bir şey yok gibiydi.
İkinci yarı, ulusun kırılmış gönlünü alma, gösteri zamanı olabilirdi. Rakip zaten iddiasızdı ve giderek daha açık oyunu benimsedi. Biraz tempoyu artırarak ve biraz takım oyunu özeni göstererek aradığımız çok farklı bir skoru kısa zamanda ele geçirebilirdik... O oyunu çıkaramadık. Artık bırakalım büyük farkı kaçırmayı... Üç puana bakalım. Kırık umudumuzun ucundan yakalamış olmaya sarılalım. Ama gerçeği de göz ardı etmeyelim. Henüz amacımıza götüreceği güvenini verecek düzeyde bir ulusal takım futbolumuz oluşmadı.