Türkiye, bir yandan Hamas ile FKÖ, öte yandan Filistin ile İsrail arasındaki sorunlarda normalleşme yaratacak bir arabulucu düzeyine gelmiş, bu da İsrail ile Türkiye arasındaki yakın işbirliği sayesinde olmuştu. Söz konusu dönemdeki en temel koşul, İsrail’in Gazze ile ilgili tutumunda askeri araçları arkaya saklaması ve ambargoların da gevşetilmesiydi.
Ancak sanki bu konularda uzlaşma olmamış gibi, İsrail 2008’de Gazze’ye yönelik Dökme Kurşun Harekatı başlatmış, Hamas tarafından atılan füzelere karşılık olarak savaş ilan etmişti. Bu gelişmenin hemen ardından 2009 Ocak ayında yapılan Davos zirvesinde iki ülkenin siyasi liderleri arasında “one minute” olarak tarihe geçen kriz yaşanmıştı. Gazze’deki savaş süreci ise 2012 ve 2014’de de devam etmiş, bir de bu sırada 2010 yılında Mavi Marmara krizi yaşanmıştı.
Söz konusu gelişmeler, Türkiye ile uzlaşmaya varan İsrail’in bu uzlaşıyı hayata geçiremeyecek düzeyde işlere kalkışması, dolayısıyla bir anlamda Türkiye’ye dürüst davranmadığı sonucunu çıkarmıştı.
Bu durum esasen Obama ABD’sinin de baskı yapacak kadar desteklediği Filistin-İsrail normalleşme sürecine İsrail’in karşı çıkması anlamına gelmişti. İsrail, ABD’nin “can düşmanı” olarak gördükleri İran’ı sisteme çekmek için kendilerini feda ettiğini savunuyordu.
İsrail’in tercihi
O dönemde İsrail çok haksız değildi; ABD bir eliyle İsrail’i bastırıp diğer eliyle İran’ı yukarı çıkarmaya çalışıyordu. Ancak İsrail’in anlamak istemediği konular da vardı. O da ABD’nin Gazze’deki İran etkisinin Türkiye tarafından ikame edilmesini sağlamaktı. İsrail, Gazze’yi destekleyen İran olduğu sürece Filistin normalleşmesi için çaba göstermek durumunda kalmayacaktı; İran İsrail’in sertlik politikalarının meşruiyetini sağlıyordu.
Gazze’ye Türkiye sahip çıktığında ise iki seçeneği kaldı; ya Türkiye arabuluculuğunu kabul edecek ya da Türkiye’yi de tıpkı İran gibi “öteki” haline getirecekti. İsrail ikinci yolu seçti.
Kabul edelim, İsrail ile Türkiye ilişkilerinin bozulması en fazla Rusya’nın ve bazı Avrupa devletlerinin işine yaradı. İsrail, Rusya ve Yunanistan ile Kıbrıs Rum kesimi çizgisini yeni ittifak hattı olarak ilan etti; bu ABD’nin Akdeniz stratejisi açısından oldukça tedirgin ediciydi. Hatta İsrail’in verdiği tarihi karar, Rusya’nın Suriye’ye bu denli rahat yerleşmesinde de büyük rol oynadı.
İsrail’in yeni tercihi
Bugün ise hem bölgesel hem de küresel koşullar fazlasıyla değişti. Suriye’de bir önceki dönemden farklı olarak yeni oyuncular ortaya çıktı; DAEŞ ve YPG gibi örgütler sistem belirleyici haline geldi, Mısır yönetimi bir kaç kez el değiştirip sonunda “Batı” yanlısı ekibin elinde kaldı. Rusya Suriye’yi, ABD Irak’ı tutarken Avrupa ülkeleri ile Türkiye, farklı yöntemlerle oyun dışına çekildi.
Bu arada İsrail’in de kendi küçük alanına sıkıştığını söylemek gerekiyor. Ancak hem Rusya’nın etki alanının sınırlandırılması hem Suriye’nin geleceğinin yeniden belirlenmesinde İran dışı oyuncuların yeniden sisteme dahil edilmesi ihtiyacı ortaya çıktı. Bu çerçevede Suudi Arabistan’ın etkin hale getirilme çabaları DAEŞ’i güçlendirdi ve sonunda Körfez ülkeleri destekli Türkiye-İsrail hattının yeniden güçlenmesi ihtiyacı aciliyet kazandı.
İki devlet arasındaki normalleşme yolunun Gazze’den geçtiği açıktı; bugün bu oluyor. Söz konusu sürecin Türkiye’nin hem terörle mücadelesine, hem Akdeniz güvenliğine he de ekonomisine yarar getireceğine şüphe yok. Ama aynı zamanda bu süreç Filistin ve İsrail’in varlık sorunları için de gerekli ve umalım ki bunu İsrail de unutmaz.