Yıkmak kolay, yapmak ise zordur; bu duruma bir örnek de Tunus oldu. Yaklaşık iki yıl önce kötü yaşam koşullarını ve gelir adaletsizliğini protesto edip kendisini yakan Muhammed Buaziz, Tunus’ta 23 yıllık Bin Ali rejiminin yıkılmasına yol açan halk hareketini başlatmış ve Arap Baharı’nın da fitilini yakan olay olmuştu.
Hareketlerinin yaşandığı hemen her Ortadoğu ülkesinde temel sıkıntı fakirlik ve geçim sıkıntısı olsa da, başta ifade özgürlüğü olmak üzere her türlü özgürlük muhalif grupların taleplerinin başında gelmişti. Otoriter iktidarların yıkılması sırasında özgürlük arayışındaki çok farklı kesimler yan yana gelmiş, tıpkı İran’da Şah’ı yerinden eden devrimde olduğu gibi solcular, liberaller, dindarlar ve hatta radikal gruplar bile bir arada mücadele vermişlerdi. Tunus’ta da süreç böyle yaşanmış, ülkenin sahibi durumundaki Bin Ali, Suudi Arabistan’a kaçmak zorunda kalmıştı.
Suudilerin neden Bin Ali’ye kucak açtıkları ayrı bir tartışma konusu olabilir; Tunus’taki esas sorun bu değil.
23 Nisan 2011’de yapılan seçimlerden En-Nahda % 41,5 oy oranıyla galip çıktı, uzun süren müzakereler sonrası hükümet kuruldu.
İstikrarsız geçiş
Kurulan koalisyon hükümetinin içinde ılımlı denen En-Nahda ile birlikte liberal Cumhuriyet Kongresi Partisi ile merkez soldaki Ettakatol Partileri yer aldı. Cumhurbaşkanı, insan hakları savunucusu olarak tanınan Moncef Marzuki olurken, En-Nahda’nın kurucusu Gannuşi yerine parti Genel Sekreteri Cibali başbakan oldu.
Hükümetin kuruluşu sırasında yaşanan sıkıntılar, başbakan seçiminde de yaşanmıştı. Ancak esas sorun koalisyon hükümetinin uyguladığı politikalarda ortaya çıkmaya başlamıştı, özgürlük beklentisiyle yola çıkanların bir kısmı taleplerinin gerçekleşmediğini ileri sürerlerken, diğer bir kısmı da En-Nahda’nın ruhuna uygun bir yönetim olmadığını ileri sürmeye başlamışlardı.
Bu durum giderek ‘sol’ ile ‘sağ’ arasındaki mücadeleye dönüştü, siyasal istikrarsızlık giderek siyasilerin dışındaki alana yayıldı ve Tunus dış ilişkilerinde de ikircikli tutumlar sergilemeye başladı. ‘Doğu’ ile ‘Batı’ arasında denge kuramayan Tunus’ta siyasi partiler arasındaki görüş ayrılıkları da giderek keskinleşti. Özellikle sol muhalefetin hükümete yönelik eleştirileri ise genel olarak sert müdahalelerle bastırılmaya çalışıldı; bu da ülkedeki tansiyonun yükselmesine neden oldu.
Yeniden inşaa
Sonunda solda yer alan Demokrat Yurtseverler Partisi’nin Genel Sekreteri Beliyd, evinin önünde öldürüldü. Bu siyasi cinayet muhalefeti yeniden sokaklara döktü; muhalefet sokağa inince polis de yeniden mevzilerine yerleşti ve taraflar arasında çatışma çıktı.
Beliyd, tam da muhalefet ile polis çatışsın diye öldürülmüştü; aynen öyle oldu. Cumhurbaşkanı olayların tırmanmaması için olağanüstü hal ilan etti, hükümeti feshetti, teknokrat hükümet kurdu. Beliyd cinayeti tam da bunun için yapılmıştı; aynen öyle oldu. Kısacası Tunus en başa döndü.
Bu cinayetin hükümet tarafından tasarlandığı yönünde bir kanaat hakim, ancak esas suçlanan kişi başbakanlığı reddetmiş olan Gannuşi. Bu cinayetin arkasında ‘derin’ konular olduğuna kuşku yok. Zira Beliyd’in öldürülmesi Tunus’ta muhalefete, farklı görüşlere izin vermeyen bir hükümet olduğunu ortaya koyma amacı taşıyor. Kısacası hükümet dini radikalizme ve otoriterliğe kaymış izlenimi doğuyor. Ancak iktidardaki bir siyasi parti neden kendisini lağvedecek, hedefe koyacak bir sürece imza atar diye sormak gerekir.
Bu olay, Ortadoğu’da solcuları, liberalleri ya da başka kesimleri arasına almamış hükümetlere geçit verilmeyeceğini gösteren bir örnek. Buna karar verenlerin ne kadarı Tunuslular bilmek kolay değil ama sürecin yeniden Tunus’tan başladığına da dikkat çekmek gerekiyor.