Son Avrupa ve Dünya Şampiyonalarını TV başında geçirdik! Dün yeni bir arayışın yolculuğuna çıktık. Büyük yolculuklar, küçük bir adımla başlıyordu. Küçük de olsa o adım çok önemliydi. O olmaz ise hedefe varamayabiliyordunuz. Bu gerçeğin etkisinde küçük bir ülkenin sınırlı olanaklarının karşısındaydık. Haa, İzlanda kağıt üzerinde küçük bir lokmaydı ya, istatistik, o lokmanın geçmişte dişimizi çok kırdığını da anımsatıyordu.
Olanaklarımız ölçüsünde futbol değeri üretemediğimizi bilerek, bunu değiştirmeye çalışarak oynamamız, aradığımız üç puanı getirebilirdi.
Hani elimizdeki çok sıradan bir kadro da değildi. Teknik adamımız deseniz... Onun üzerine yoktu...
Ama yeni bir umut arayışına ne yazık ki aldığımız derslerin ışığında başlamadık. Ne taktiğimiz etkindi ne de uygulama. Çağdaş futbolun en önemli değeri, 'çabuk oynamak!' Biz sanki bu değeri yıkmaya çalışan bir yavaşlık arayışına girmiştik! Topu birinci bölgemizde bekleterek, ama bunun üzerine bir güzellik koymayarak, oyunumuzu ağırlaştırdık. Rakip bununla rahatladı. Ve bu bölgede baskıya bile girişmedi. Geride çevirdiğimiz topu önde kendilerine bulacakları yollara koşacak adamlarımıza atmalıydık. Ama biz topu beklettikçe rakip rahatça alan daraltma olanağı buldu ve koşu yolu bırakmadı savunmasında. Oyunu hızlandırmalıydık, beceremedik. Rakibimiz bu hızlanmayı çok iyi başardı. Yediğimiz bir dolu tehlikeli atağın tümü aramızdaki hız farkından doğdu.
Türkiye direktörü Terim takımımızın en önemli yanının taktik zenginliği taşıması olduğunu söylemişti, ama böyle bir esneme gösteremedik. Yalnızca ikinci yarıda hızlanma ve önde çabuk çoğalma çabamız vardı. Yalnızca çabaydı bu. Uygulama yeterli çizgiye yükselemedi.
Bir de Ömer'in ikinci sarı ile oyun dışı kalması işimizi daha zora soktu. On kişilik takıma Mustafa ile Ozan'ı koyması Terim'in son arayışıydı. Giderek daha istekli hücumlar yapabilsek de bu da takıma iyi bir futbol kimliği kazandırmadı.
Yeni bir umut yolculuğuna eski futbol pasaportu ile çıktık. Yenisini mutlaka bulmalıyız.