Târihi bir nehre benzetenler ne kadar haklı...
Üstelik öyle bir nehir ki benim gibi onyıllardır onun akışını izleyenler ve kıyısında gezinenler için bile sürprizlerle dolu.
Şu sıralar bu “nehir” yine adamakıllı hızlı akmaya başladı ve bu hız bana müdhiş keyif veriyor.
Şu hâle bakınız lütfen:
“Kürd” demenin “suç unsuru” sayıldığı bir ülkeden palas pandıras artık neredeyse “Kürd” dememenin suç sayılacağı bir ülkeye tahavvül etdik.
Tabii biraz abartıyorum ama değişim gerçekden baş döndürücü.
İnsan soruyor kendi kendine ister istemez, mâdem normalleşmek bu kadar kolaydı da hiç değilse son otuz kırk yıldır aklımız neredeydi?
1970’lerde, hattâ 1980’lerde tek bir yurddaşın burnu bile kanamaksızın elde edilebilecek sonuçlara varmak için en az 35.000 insanımızın hayâtını kaybetmesi, on milyarlarca liralık doğrudan ve muhtemelen birkaç yüz milyar liralık dolaylı, yâni kârdan zarara uğramak şart mıydı?
Usul usul sızan bilgilerin ve verilerin ışığında artık her geçen gün biraz daha sarâhat kazanıyor ki Türkiye ve onunla berâber içindeki bütün kavimleriyle “Türk İnsanı” akıllara durgunluk verici bir ketempereye getirilmişdir.
Kürd Problemi tamâmen barışçıl yollardan çözülebilirdi!!!
Ayrılıkçı dediğimiz, Türkiye’den kopmak isteyen Kürdler yok muydu?
Elbet vardı ve şimdi de var.
Ama bunlar İngiltere’de, Fransa’da, Belçika’da, İtalya’da, Rusya’da, Çin’de ve daha bir sürü ülkede daha var.
Bu sorunların nasıl çözümlendiğine, en azından nasıl adamakıllı yumuşatıldığına bakarak o ülkenin demokrasi ile mi yoksa otoritarizm veyâ diktatörlükle mi yönetildiğini kolayca tesbît edebilirsiniz.
Türkiye’nin en büyük hatâsı ve daha kötüsü kabahati, en barışçı düşüncelerle gelip özerklik, daha da azı eşitlik isteyen Kürdün çenesine de yumruğu patlatmamız oldu bana sorarsanız.
Suhûlet kelimesi lügatimizden silinmişdi sanki...
Hep yazarım, mütemâdiyen dalına basarak en melek huylu insanı dahî ifrite çevirebilirsiniz.
İyi de o ayrılıkçılar bâzı dış güçlerden yardım ve destek görüyorlardı!
Doğru!
Zaman zaman ardarda ve bâzen de aynı anda PKK’yı her bakımdan destekleyen en az bir düzine devlet vardı ve hattâ bunlardan bâzıları “kendisi muhtâc-ı himmet bir dede” pozundaydılar. Ama o halleriyle bile PKK’ya yardım etdiler, çünki Türkiye’nin zayıf düşürülmesi bu devletlerin en önemli ve âcil gündem maddelerinden birini teşkîl ediyordu ve hâlen de öyledir.
Peki ama meselâ İngiltere yâhut Fransa’ya düşman güçler neden onlardaki ayrılıkçı unsurları desteklemiyorlardı da ilgisi olan dış merkezler meselâ Çin yâhut Rusya gibi ülkelerdeki ayrılıkçılara yardım ediyorlardı?
Çoğulcu demokratik hukuk devletlerinde yaşayanlar bu gibi dış “yardımcılar”a yüz vermiyorlardı da ondan!
IRA gibi kuruluşu 19. Yy. başlarına uzanan en azılı ve kanlı örgütler dahî Birinci Cihan Harbi’nden (1914-18) 1990’lara kadar topu topu 300 dolayında insanın canına kıymışdır!
Bizde ise 25 yılda en az 35.000 ve bir iddiaya göre hattâ 40 küsur bin insan “gümbürtüye” gitdi, unutmayalım!
Ayrıca yine aslâ unutmayalım ki PKK’ya destek sâdece dışarıdan gelmiyordu!
Cihet-i askeriye, mülkiye, ticâriye ve edebiye içinde de yarayı kasden kaşıyanlar ve bundan kendi alçakça menfaatleri uğruna fayda umanlar az değildi!
Umarım ki tez zamanda bunlardan da hesab sorulmaya başlanır.
O bakımdan ben hepsine uzun ömürler diliyorum ki geberip giderek adâletin elinden sıvışamasınlar!
Nasıl olsa öte yanda yatacak yerleri de olmadığından emînim ama hiç değilse bu tarafda “yatsınlar” istiyorum.
Her hâl ve kârda yeni bir döneme, hattâ kendi zâviyemizden yeni bir çağa giriyoruz.
Bahtımız açık olsun!