O fotoğraf, 11 Temmuz’un ilk saatlerinde bilgisayar ekranıma düştüğünde, tüm romantik ay ışığı anılarımın önüne geçti. Bodrum’un Akyarlar koyundaki o tepenin ardından bir anda kendini gösteren tılsımlı dostum dolunayın uzayın karanlığı içinde sabitlenmiş bir görüntüsü gibiydi... Öğrenim hayatım boyunca güneş sisteminin en uzaktaki gezegeni olarak tanıdığım, son yıllarda bilim insanlarının “gezegen değil, küçük gezegen olarak adlandırılabilir” dedikleri Plüton ile karşı karşıyaydım...
19 Ocak 2006 günü fırlatılan NASA’nın New Horizons (Yeni Ufuklar) uzay aracı, nihayet, insanoğlunu Plüton’a kadar taşımıştı!.. New Horizons bugüne kadar 9 milyar kilometre yol yaptı, Plüton ve çevresindeki uyduları inceledikten sonra yaşadığımız güneş sisteminin “var oluş gizemlerinin” ipuçlarını taşıyan Kuiper Halkası’ndan bilgi verip kainatın bilinmeyenlerine doğru yoluna devam edecek.
New Horizons, astroid olarak adlandırılan evrendeki küçük uzay cisimlerinin takipçisi ve Plüton’u 1930 yılında bulan Amerikalı astronom Clyde Tombaugh’un (1906-1997) ailesine emanet küllerinden küçük bir bölümünü de taşıyor. Keşke, güneş sisteminin en uzak noktasında Plüton’a yakın bir bölgede bulunan ve günümüzde Kuiper Kuşağı olarak adlandırılan dev astroid kuşağının kaşifi Hollanda asıllı Amerikalı astronom Gerrit Pieter Kuiper’in (1905-1973) bir anısını da taşısaydı.
Çünkü bilim insanları, benzerleri Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün’de de görülen astroid kuşaklarından 20 misli büyük ve 200 misli yoğunluktaki bu kuşağın, güneş sisteminin ilk anındaki tüm bilgileri barındırdığını, elde edilecek bilgilerin “var oluşun gizemlerine biraz daha yaklaşmamızı” sağlayacağını düşünüyorlar.
Yeni “parçacık” keşfi...
Zeka kıvılcımlarını her zaman keyifle izlediğim Çarşı Grubu’nun, Plüton’un gezegen olmadığının açıklanmasından sonra tribünde açtığı “Hepimiz Plüton’uz” pankartını unutmak mümkün mü? Uzaktaki yalnız dostumuzdan gelen ilk fotoğrafın heyecanından yalnız üç gün sonra İsviçre’deki dev fizik araştırma laboratuvarı CERN’den mail kutuma düşen bir mesaj anlamlıydı. İlk ve orta öğrenimi boyunca maddenin en küçük formunun atom olduğunu öğrenmiş bir insan olarak devamında atomu oluşturan proton ve nötronların varlığını anlamıştım ama, CERN sözcüsü Guy Wilkinson bu kez, proton ve nötronları da oluşturan parçacıklardan pentaquark adını verdiklerine ulaştıklarını ilan ediyordu!.. Maddenin oluşmasını sağlayan ve “Tanrı parçacığı” olarak da adlandırılan Higgs Bozonu’na benzer yeni bir tılsım!..
Mesajı okuduğumda, DAEŞ’in antik tarihin en önemli eserlerini barındıran Suriye’deki Palmira tarih kentini tahrip etmesinin üzerinden yalnız 20 gün geçmişti!..
İnsanlık hep böyle oldu... Bir tarafı karanlığı davet ederken, diğer tarafı her zaman yüzünü aydınlığa döndü...
Sekizinci yüzyılda Katolik kilisesinin karanlığındaki Avrupa topraklarında büyük bir medeniyetin ışığını yayan Endülüs’ün iman sahipleriyle, 21’inci yüzyılda antik çağın pagan tapınaklarını havaya uçuran vandalların aynı kutsal kitaptan yola çıktıklarını başka türlü nasıl anlatabiliriz? İslam’ın gerçek yüzü kuşkusuz Endülüs’tür, devamında Padişahı Fatih Sultan Mehmet’in Bosna’daki Fransisken Papazları için yayınladığı insanlık tarihinin ilk “insan hakları fermanı” ile Osmanlı’dır... O zaman, bugün Suriye-Irak coğrafyasında berbat bir mezhep savaşını sürdüren, eline geçse, 15’inci yüzyılın ünlü Osmanlı matematikçisi ve astronomu Ali Kuşçu veya onun 16’ncı yüzyıldaki takipçisi Kadızade Rumi’nin kellesini kesecek bu adamlar kimdir?
Türk ve Kürt astronotları hayal ediyorum...
Selahattin Demirtaş’ın açıklamasında “askeri baraj” tanımlamasını duyunca içimden bir parça koptu... Medeniyetin başlangıç noktasını oluşturan Mezopotamya’da süren kanlı bir hesaplaşmanın içinden gelen bir ses gibiydi... Bu gezegende yaşayan insanların bir bölümü Plüton’un arkasındaki kainat sırlarını araştırırken, yoksul köylüler için su ve bereket anlamına gelen bir yatırıma karşı çıkmanın anlamını bulmak hayli zor.
Bütün savaşlar biter... Bu savaşlar da bitecek... İnsanlık kendi aydınlık rotasında yolculuğunu sürdürecek kuşkusuz...
Benim ise gözüm, 2014 yılında varılan bir anlaşmayla CERN’deki çalışmalara katılan Türkiyeli bilim insanlarıyla, kurulması planlanan Türkiye Uzay Ajansı’nda...
Ömrüm yeter mi görmeye bilmem, ama, Diyarbakırlı genç bir pilot ile Konyalı meslektaşı bu gezegene uzaydan ilk “merhaba” mesajını gönderdiklerinde “askeri baraj” kelimeleri unutulalı yıllar olacak... Biliniz...
Ah, benim yalnız ve güzel ülkemin insanları... Ne diyeyim?..
Hepinizin bayramını kutluyorum...