Cumhurbaşkanlığı seçiminin taşıdığı tarihi öneme rağmen üzerinden daha birkaç gün geçmeden mesele “Yeni Başbakan kim olacak?” boyutuna geçti. Siyaset ortaya çıkan yeni tablonun; daha açık ifadeyle “yeni rejim”in ağırlığı altında eziliyor. Öylesine önemli ve derin etkiler üretecek bir döneme giriyoruz ki tabiatıyla olup bitenleri bütün olarak kavramak zorlaşıyor. Muhtemelen, muhalefet de gerçeği görmek yerine, ilgisiz görünmeyi yeğliyor.
Ama hayat bu istikamette akmıyor...
Yeni başbakanın kimliği aynı zamanda Tayyip Erdoğan eksenli yeni yönetim biçiminin de omurgasını oluşturuyor. Belli ki yeni bir sistem Erdoğan ile uyumlu çalışacak bir ismin varlığıyla mümkün olacak. Böyle olduğu için de Ahmet Davutoğlu ismi doğal ve neredeyse tartışmasız bir şekilde öne çıkmış bulunuyor. Geçmişte ANAP’ta olduğu gibi herhangi bir partide fırtınalar koparacak, kavgalara, bölünmelere yol açacak kararlar AK Parti’de sıradan bir işlem gibi sessiz sedasız alınıyor.
Gelecek, AK Parti’nin avantajı
Bu da büyük ölçüde iktidar partisinin yarına, geleceğe ilişkin vizyonundan kaynaklanıyor. AK Parti, geleceğe hakim olmanın avantajıyla zaten, siyasi kavgalar ve kulislere karşı bağışıklı bir parti olmanın avantajını yaşıyor.
Başka delile gerek yok; Erdoğan’ın ilk turda seçilmesi de bu avantajı güçlendirmiştir. Bir anlamda, Haziran 2015 seçimlerini de önde başlama imkanına kavuşmuştur.
AK Parti geleceği tahmin edilebilir bir yolda yürüyor. Öngörülebilir olmanın sunduğu siyasi fırsatı siyasi sermayeye dönüştürüyor. Ama beraberinde bu özelliğini korumanın sorumluluğu da artıyor. Yenilenmek bu partinin en temel gücüdür. 3 dönem kuralından geri dönülmemiş olması ve hatta bu kuralın yeni Başbakan’ın belirlenmesinde ana kriter olması isabetli olmuştur.
3 dönem kuralı bir mecburiyet değildi. Toplumun yenilenme, değişim ve yaratıcı fikir beklentisini bizzat iktidar partisi böyle kurallar ihdas ederek artırmıştır.
Yeni dönem bu açıdan; yeni AK Parti’nin kendi kendisiyle yarışında geride kalan 12 yıl kadar önemlidir.
Yeni dönemin
‘yeni’ olma şartı
Hatem Ete, Perşembe günü Akşam’da yayınlanan yazısında bu istikamette çok isabetli tespitlere yer verdi. Özetliyorum:
“2010’dan bu yana inşa siyaseti ağır aksak devam etse de, siyaset, enerjisinin çoğunu dirençlerle baş etmeye ayırmak zorunda kaldı. Şimdi yeni bir dönem başlıyor. 10 Ağustos’ta gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı seçimleri, bu dönemin geride kaldığını, inşa sürecini engellemeye yönelik direncin boşa çıkarıldığını sembolize etmektedir.
Yeni Türkiye imkânıyla özdeşleşen Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığıyla, inşa süreci daha doludizgin yoluna devam edecektir... Bu yeni dönemin en önemli dinamiği de Erdoğan ve AK Parti olacak... Türkiye’nin siyasal koşulları, AK Parti’den beklentileri ve AK Parti kadrolarının Türkiye’ye yönelik hedefleri, daha epey bir süre, AK Parti’ye iktidar imkânı sağlıyor. Bu çerçevede, yeniden yapılanma, AK Parti tabanı için endişe kaynağı olmaktan öte partiyi kurumsallaştırmaya yönelik bir imkân olarak görülmelidir.”
Ete’nin bahsettiği “kurumsallaşma” mevcudun kritiğini değil, yeni dönemin gerçekten “yeni” olmasını sağlama çabasını ifade ediyor. Yeni Türkiye’yi inşa hamlesinin yeni işçilerini sisteme dahil etme çabasını...
CHP’nin içinde bulunduğu durum, MHP’nin ise bir duruma dahi erişememesi gösteriyor ki AK Parti omzundaki yükleri tek başına taşımaya devam edecektir. Çözüm sürecinden paralel yapıyla mücadeleye, ekonomik hedeflerden yeni anayasaya kadar bir dizi ağır görevden söz ediyoruz.
Türkiye’nin ihtiyaçları ortada... Dirençler azalmış gibi görünse de hiçbir AK Parti hükümetinin görevi bir öncekinden daha hafif olmayacak, bunu akıldan çıkarmayalım.