Türkiye, ‘zehirlenen’ bir barış sürecinin ardından, teröre karşı son derece sert ve sonuç alıcı bir mücadele veriyor. Kuşkusuz bu kararlılık, sadece PKK ile mücadele açısından değil, bölgede Türkiye’ye karşı yapılan hamlelere ve haritaları kendi istediği yönde değiştirmek isteyenlere de önemli mesajlar veriyor.
Birinci Dünya Savaşı’nı ardından kurulan düzende, kendisine laik ulus devlet modelinin dayatıldığı, etrafında ise sadece şeklen ‘devlet’ olan yapıların türediği bir ülke Türkiye. İçine sıkıştığı model, o güne kadar var olan sorunlarını daha da derinleştirdi. Etnik ve mezhebi fay hatları sürekli olarak sıkıştırıldı ve patlamaya hazır hale getirildi.
Şimdi, bir asır sonra etrafımızda ‘devlet’ diye tanımlanan yapılar birer birer çözülüyor. Bu bölünmüşlük hali, bölünmenin getireceği sonuçlar ve devamında nasıl bir coğrafyanın şekilleneceği sorusu, ne yazık ki hala yakından ilgilendiğimiz sorunlar arasında yer almıyor.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında çizilen sınırlar asla ve asla kutsal değil. O sınırların getirdiği/ürettiği sorunlardan en çok zarar gören bir ülkede yaşıyorsanız, açıkçası umrunuzda bile olmamalı. Ancak bunu söyleyebilmeniz için, sizin de yeni sınırlara dair sözünüz ve teziniz olmalı. Bunları gerçekleştirmek için doğru bir ittifak listesi yapmalı ve bölgede ilişkilerinizi buna göre dizayn etmelisiniz.
Arşivler orada, yazdıklarıma teker teker bakılabilir. Başından itibaren Suriye politikamıza dair önemli uyarılarda bulundum. Hayalcilik ve reel politik arasına sıkışmadan da doğru hamleler yapılabileceğini ifade etmeye çalıştım. Coğrafyanın kaderimiz olduğunu, bu kaderin bize getirdiği doğal yol arkadaşlıklarını dikkate almadan yola çıkmanın bizi yalnız bırakacağını dile getirdim. Tarih boyunca birlikte hareket etmediğimiz veya bir şekilde mesafeli durduğumuz unsurlarla, önünü arkasını hesap etmeden yaptığımız ittifakların başımızı ağrıtacağını söyledim.
Dahasını da söyledim. Sözgelimi Suriye konusunda Rusya’nın duruşunu ve aktif ilgisini sıradan görmemek gerektiğini, bu ülkenin varlığında, rejiminin şekillenmesinde, askeri gücünde ve elbette Akdeniz’e olan kıyılarında Rusya’nın emeği ve hesabı olduğunu yazdım.
Şimdi gelinen noktada işler çok parlak görünmüyor. Türkiye’nin Suriye konusundaki açık ve şeffaf tezinin, ne Batı ittifakı, ne de bu rejimi her türlü kirli savaş yöntemiyle ayakta tutmaya çalışan Rusya-İran ittifakı nezdinde karşılığı yok. Rusya sınırımızın yanı başında kan döküyor. İran, çok tehlikeli ayrışmalara kapı açacağına aldırış etmeksizin, Şii jeopolitiğini acımasızca Suriye topraklarında şekillendiriyor. İşte Cenevre sürecine bakın. Erteleme, sorunun etrafında dolaşma anlayışıyla adım atılamıyor.
Tüm bunlar bize uzun zamandır yapmamız gerekeni söylüyor aslında. Türkiye, Suriye ve bölge politikaları konusunda acilen ve kendi duruşunu zedelemeyecek yeni adımlar ve hamleler yapmak zorunda. Mevcut durumun bize daha iyisini getireceğini söylemek ne yazık ki imkansız. Reel politik bataklığına saplanmayı önermiyorum. Ama bazı hayalleriniz sizi, içinden çıkamayacağınız bir noktaya sürüklüyorsa, oturup yeniden düşünmekten başka çıkış yoktur.
Bu koridordan, bu sıkışmışlık halinden çıkacak Türkiye, çıkmalı. Barışı inşa etmek için çıkmalı. Geleceğini kurgulamak için çıkmalı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, tıpkı çözüm sürecinde, barışı çukurlara gömenlere karşı gösterdiği tarihi çıkışta olduğu gibi; inanıyorum ki Suriye konusunda da tarihi bir adım atacaktır. Bu hamle, hem Türkiye’ye yeniden nefes aldıracak, hem de bölgesel barışın inşasında yeni bir manevra alanı şekillendirecektir.
Başkanlık sürecinin sadece ‘başkanlık’ olmadığını o zaman hep birlikte göreceğiz.