Seçim sonuçları, Türkiye’yi bir parça sakinleştirdi gibi görünse de, yeni sorular, sorunlar ve bunların getirdiği gündemin yakıcılığı yakamızı kolay bırakmayacak.
Ağustos ayında yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçimleri, şu dakika itibarıyla gündemin ana başlığı. Muhtemeldir ki o tarihe doğru yaklaşırken ülke ve bölge gündeminde çok daha sıcak gelişmelerle karşı karşıya kalacağız.
Başbakan Tayyip Erdoğan, 30 Mart seçimlerinde tüm operasyonlara rağmen arkasında ciddi bir destek olduğunu tüm dünyaya ilan etmiş oldu. Tüm dünya ifadesinin altını bir kez daha çizelim. Çünkü kendi sınırlarımız dahilinde tartıştığımız tüm önemli başlıklar, aynı zamanda dünya gündeminin de ciddi bir parçası.
Türkiye’nin ABD-Rusya hattında şekillenen yeni çatışmanın ve dolayısıyla burada oluşacak dengenin ana aktörlerinden birisi olması, yakın gelecekte ülkemizdeki siyasi mimarinin ne olacağı sorusunun önemini kat kat artırıyor.
Başkanlık sistemi konusunda ciddi adımlar atılamadı. Çankaya hala sembolik yetkileri haiz bir makamdan öte bir yer değil. Ağustos seçimine kadar ya da seçimden sonra bu makamın yeni yetki ve güçlerle donatılması da mevcut siyasi tabloda mümkün görünmüyor.
Dolayısıyla yeni döneme öncelikle bu çerçeveden bakmak gerekiyor. 12 yıldan beri ülkeyi yöneten ana aktörün, sembolik gücünden öte olmayan bir makamı neden mutlaka isteyeceğini şu ana kadar anlamadım, anlayabileceğimi de sanmıyorum. Ya da sıkça tekrarladığım şekliyle ve en yalın haliyle yazayım. Başbakan Erdoğan’ın neden illa da şimdi cumhurbaşkanı olacağını en azından ben bilmiyorum. Bilenlerin tezlerini de anlamakta zorlanıyorum.
Bölgenin ve dünyanın gerçekleri var. Bunlar aynı zamanda beklentiler ve arayışlar olarak da okunabilir. Aynı şekilde Türkiye’nin de bölgeden ve dünyadan beklentileri ve yeni dengelerde daha güçlü olabilmek için arayışları var. Bunların kesişme noktasında Türkiye’nin yeni siyasi liderliği şekillenecek.
Başbakanlık makamı hali hazırda en etkin ve güçlü makam. Dahası bu makamı yukarıya çıkıp denetleme ya da kontrol etme arayışları bugüne kadar başarılı olamadı. Siyasetin ülkemizdeki akışı ve gelecek tasavvuru, en azından bir süre daha güçlü bir başbakan aradığını, daha sembolik uzlaşmalara karşılık gelen bir cumhurbaşkanı istediğini hissettiriyor.
30 Mart seçimleri, toplumun çok ciddi operasyonlara ve kara propagandaya aldırış etmeden gelecek tasavvurunu Erdoğan’la birleştirdiğini ortaya koydu. Bu sıradan bir irade beyanı değil. Milletin iradesini küçümseyenler anlamasa bile içindeki mesajları çok net.
Müzakere süreci, şu anda hiç konuşmasak bile yeni ve kuşatıcı bir anayasa çalışmasının geri dönülmez bir noktada olması, hala kırılgan özellikler taşıyan ekonominin yeni bir modelle sağlamlaştırılması ve iddialı, ama gerçekçi bir dış politikanın inşa edilmesi yönünde sözü/beklentileri olan bir irade beyanı bu.
Tüm bunları, üstelik siyasi risklerini göze alarak taşıyabilecek ve bunun için gereken hamleleri, tasfiyeleri ve ittifakları kurabilecek bir tek isme işaret etti seçimler: Tayyip Erdoğan.
Bakalım siyaset bu mesajı nasıl okudu? Bakalım diğer siyasi aktörler adımlarını nasıl atacaklar veya önce Erdoğan’ın hamle yapmasını mı bekleyecekler?
Bu soruların cevabını almak için gerçekten çok kısa bir zaman var. Bekleyip göreceğiz dememize bile gerek kalmayacak kadar kısa.