Ortadoğu’daki sun’î devletlerin artık yıkılma ve yokolma sürecine girdikleri uzunca zamandır besbelli.
Ancak bundan sonra ne olacağı meselesi tabii ki henüz berraklık kazanmadı.
Buna rağmen, eldeki kısmen eksik verilere dayanarak da bâzı tahminler ileri sürmek imkânsız gibi görünmüyor.
Bu bağlamda şimdiye kadar pek bahsedilmeyen konulardan biri İsrâil’in gelecekdeki durumu ve konumu sanıyorum.
Önce bilmeyenler için ufak bir enformasyon:
İsrâil bayrağındaki birbirine paralel ve bayrağı boydan boya kat’eden iki hat sembolik olarak Nil ve Fırat Nehirlerini ifâde eder. Yâni “İsrâil Tûrancılığı” diye adlandırabileceğimiz ideolojiye nazaran “Büyük İsrâil”in sınırları bu iki nehir kıyılarına kadar uzanacakdır. Batıda Nil Nehri’nden doğuda Fırat Nehri’ne kadar yayılan muazzam topraklar.
Bu tahayyülü abartılı bulanlar ve ‘Yok artık deve!’ diyenler çıkabilir.
Ancak Benî İsrâilin, iki bin sene hayâlini kurdukdan sonra İsrâil Devleti’ni gerçekleştirdiği vâkıasını göz önüne alırsak ‘Büyük İsrâil’ hayâli de zihnimizde daha değişik bir nitelik kazanır.
Bu tür hayalleri aslâ küçümsememek ve en azından bir kenara not etmek fenâ olmaz.
Nitekim bâzı Türkler arasında 100 küsur yıldan bu yana canlı tutulan Tûran hayâli de netîceten aynı kategoriye girer.
Bunun gibi Yunanlıların Megali İdea (Büyük Fikir, dikkat: megalO değil, megalİ!) adlı mefkûreleri de buna bir başka örnekdir. Yâhut Ermenilerin Büyük Ermenistan ideali vs....
Bunlar bâzen gerçekleşir bâzen hayâl olarak kalmaya devâm eder. Fakat milletlerin hâfızalarından tümüyle sökülüp atılmaları mümkin değildir.
İsrâil’in kendi “Tûran” hayâli ise kanaatimce gerçekleşme şansı kesinlikle bulunmayanlar grubuna dâhil edilemez.
Gerek Lübnan, Sûriye, Ürdün ve Irak gibi Arab devletlerinin daha başından yanlış kurgulanma sonucu içinde bulundukları içler acısı hâller ve gerekse İsrâil Devleti’nin, yeryüzündeki bütün Yahudiler ve Batılı büyük devletler tarafından da desteklenen uzun vâdeli politikaları sonucu bu amaç, belki beklenenden de kısa sürede bir vâkıa olarak karşımıza dikilebilir.
O takdirde güney sınırımızda, muhtemelen, bir İsrâil ile komşu olmak iyi midir kötü müdür suali üzerinde bir mikdar îmâl-i fikreylemek yanlış olmaz sanırım.
Öte yandan bu gayrı-tabii gelişmenin bir alternatifi ve bence çok daha tabii olanı ise bu bölgede, o bölgenin aslî halkı olan Kürdlerin bir devlet olarak şekillenmesidir.
21. Asır’da normali de budur.
Ben Ankara’nın böyle bir oluşumdan niçin öyle Besmele duymuş Şeytan gibi ödü patlar pek anlayamamışımdır öteden beri.
Derler ki korkunun ecele faydası yokdur!
Kaldı ki bunun hakıykaten korkulacak bir şey olup olmadığı husûsu da tartışılmaya muhtacdır.
Bu geniş coğrafyada, bin yıla yakın bir zamandır böylesine iç içe geçmiş, böylesine hallihamûr olmuş iki kavim bundan sonra neden biriyle kanlı bıçaklı olsun ki?
Bu eşyânın tabiatına aykırıdır.
Üstelik usuletle, suhûletle ve mantıkla, ilâveten herkesin menfaatine uygun olarak birer çözüme bağlanabilecek olan meselelerin ille de kavga dövüş içinden çıkılamaz hâle getirilmesinde acabâ kimin çıkarı vardır?
Herhalde Türklerle Kürdlerin değil!
O zaman kimin bu durumdan istifâde sağlayacağına bakmak da yerinde olur.
Sayfa sorumlusu arkadaşımın cinlerini tepesine çıkarmamak için burada keseyim de gelecek yazıya devâm edeyim bâri...