Kürt meselesinde iyimserlikle kötümserlik bütün diğer kanlı ve derinlikli örneklerde olduğu gibi atbaşı gider. Sakin kafayla düşünürsünüz, “çözülemeyecek ne var” dersiniz. Çoğu kişinin de böyle dediğini duyarsınız. Ama birdenbire ortalık karışır, umudunuzu kaybedersiniz ve hatta bazen soğukkanlılığınızı da...
Milyonlarca Kürt’ün, ülkenin her şehrinde on yıllardır Türkler’le iç içe yaşadığı bir ülkede sorunun nasıl olup da böylesine dramatik bir noktaya geldiği de bazen anlaşılamaz.
Yine de artık daha anlaşılır hale gelen hususlar vardır. İnkar ve asimilasyon yıllarının oluşturduğu siyasi pozisyonlar bugün darmadağın olmuştur.
Başta devlet...
Yürüttüğü baskıcı politikanın hatalarından ders alarak ve özür dileyerek sorunun merkezinden uzaklaşmıştır.Erdoğan döneminin bütün demokratik üniteler içindeki en bariz ayrışması, hiç şüphesiz Kürt meselesinde resmi politikayı yerle bir etmesidir. Beraberinde Kürt sorununu büyüten ve terör atmosferini canlı tutan devlet içindeki unsurlar da tasfiye edilmiştir. Yakın bir zamana kadar, PKK’ya karşı gibi görünen ama gerçekte bu örgütün eylemlerinden beslenen devlet içindeki unsurlar birer birer yok edilmiş veya geriletilmiştir.
Bugün çözüm konuşulabiliyorsa sürecin en kritik ve en zor aşamalarından birisi olan devlet kaynaklı provokasyonların en azından azaltılması sayesindedir. Dolayısıyla, bu tür sorunlarda çözümün önündeki en büyük engellerden birisi bertaraf edilmiştir.
Devlet politikasının değişmesinin ürettiği en büyük ve sarsıcı durum ise Kürt siyasal elitlerinin bu hamleye hazırlıksız yakalanmalarıdır.
Bu kez Kürtler adına siyaset yapanlar -önemli bir bölümü- alenen red ve inkara başladılar.
Kürtlerin kimlik sorunlarına ilişkin atılan bütün adımlar karşısında memnuniyetsizlik ve itirazcılık gelişti. TRT Şeş gibi önemli adımlar da Kürtçe’ye özgürlük sağlayan düzenlemeler de yok sayılma yoluna gidildi. On yıllardır Kürtler adına talep edilen bir dizi özgürlük ilan edilirken PKK-BDP hattı gizlemeye gerek görmediği bir direniş gösterdi. Hala da gösteriyor.
Özgürlük alanının genişlemesi, demokrasinin artması ve neticede Kürt kimliğinin giderek daha rahat ve doğal şekilde ifade edilebilir olması Kürtçü siyasetin canını sıkmaya başladı.
BDP’nin şiddet karşısında çaresiz ve iki arada bir derede kalmasının sebebi de devletin değişen politikasına karşı hazırlıksız yakalanmaktan başka bir şey değildir. Sürekli olarak Kürtlerin baskı ve zulüm altında olmasına ayarlı bir politik anlayış, mağduriyetin azalmasını tabii ki siyaseten ehven görmeyecekti. Normalleşme ortamında gerçeği gizlemek de mümkün olamayacağına göre toplumla devletin arasına şiddetin girmesine ses çıkaramadılar. Şiddetin yerini sükunet ve diyalog alınca, BDP’nin siyasal alanı da kaçınılmaz olarak daralacaktı.
İşte bu yüzden, tarihte ilk defa Kürtçe’nin müfredata girmesi gibi fevkalade öneme sahip bir demokratik adımı görmezden gelmek, yok saymaya, duyurmamaya çalışmak anlaşılabilir bir şeydir. Okullarında Kürtçe öğretilen bir ülkede Kürtlük adına siyaset yapmak daha da zor olacaktır çünkü. Söyleyecek söz azalır, bahane üretmek meşakkatli bir iş haline gelir.
Ne için savaştığınızı izah etmek kolay olmaz. Gençleri ölüm için dağa gönderirken önlerine koyduğunuz hedefler giderek inandırıcılığını kaybeder.
Reddetmek ve inkar etmek zorundasınız...
Tıpkı bir zamanlar “devlet”in yaptığı gibi...
Halkı ürkütmeli, korkutmalı, yalanlarla oyalamalı ve demokrasinin geldiğini zinhar hissettirmemelisiniz. İnsanlar demokrasiye meyleder gibi olduğunda da şiddetin dozunu artırmalısınız.
Bu yolun yol olmadığını anlamak için eski red ve inkarcıların ömrünü hatırlatmaya bilmem gerek var mı?