Yenişafak gazetesinde Hasan Öztürk yeni parti konusunda hem tarih hem de kadro verdi dün. Ahmet Davutoğlu’nun hazırlıklarını tamamladığını Abdullah Gül’ün ise biraz daha bekleme kararı aldığını yazdı. Hadi bakalım.. Bir an önce kursalar partilerini de saflar bir netleşse şöyle.. Herkes pozisyonunu güncellese de bir rahat nefes alsak. Bu ayıp da değil yasak da.. Ama güç dengesine göre hareket belirlemek ahlaksızlığın dik âlâsı. Ben bu tavrı dershaneler sürecinde, 17/25 Aralık’ta, Gezi’de vesairede açıkça gördüm. Televizyon programlarına iki satır yorum yapmamak için hasta numarası yapanı mı ararsınız, ‘kitabıma yoğunlaştım iki ay televizyonlara ara verdim’ diyeni mi!.. Hepsi şimdi ‘En Baba Reisçi’. Neden? Çünkü savaşı Reis kazandı. Yanlışlıkla Erdoğan’ın başına bir hal gelseydi ‘verin ipini bana ben çekeyim’ diyeceklerdi. Buna inanın. Şimdi de aynı kötü koku var ortalıkta. Hayatlarının hiçbir döneminde ‘delikanlı’ olmayı başaramamış ‘kaybeden’ler,“oraya mı göz kırpsam burada kalıp ‘ölümüne Reisçilik’ mi yapsam” diye düşünüyor. Hasbi değil hesabiler çünkü. Şu parti işleri falan bir bitse de rozetleri taksa herkes yakasına. Yoksa olmayacak.
STV ekranına çıkıp FETÖ tezlerini savundu mu savunmadı mı?
Ekrem İmamoğlu’nun FETÖ kumpasları döneminde örgütün televizyonlarına çıkıp Fenerbahçe’yi ‘şikeci’ olmakla suçladığını yazdık ya. Bazı Trabzonspor taraftarı hemşehrilerimizin gücüne gitmiş.. Eski bir AK Parti milletvekili bana mesaj atıp, “Sırf kupasını istiyor diye Ekrem İmamoğlu’nu FETÖ’cü ilan ederseniz hepimizi FETÖ’cü ilan etmeniz gerekir” dedi. Bu kişi, anlaşılan Trabzon kamuoyunda oluşan hissiyatı dile getiriyor. İşin FETÖ kısmı elbette önemli. Fakat ben İmamoğlu’nun ‘Fetöcü’lüğünden çok tutarsızlığını eleştiriyorum. Bana tepki gösteren Trabzonlu hemşehrilerim herhalde hiçbir şart altında sarı/lacivert atkıyla Kadıköy’e koşmayacaktır. Benim eleştirdiğim kısmı bu. Ekrem Bey’in, dün FETÖ tezleriyle Fenerbahçe’ye saldırırken bugün Kadıköy’de Fenerbahçe taraftarına mazbata tezahüratı yaptırması tutarsızlıktır. Yapacak bir şey yok.
Einstein bir dahi mi yoksa eşinin buluşlarına çöken bir sahtekar mı?
Devlet Opera ve Balesi’nin masasında muhteşem bir eser var. Önümüzdeki günlerde eğer onaylanırsa sahnelerde izleyeceğimiz bir bale eseri. “Aşkın İzafiyeti: Mileva Maric’in Trajedisi”.. Metin yazarı ve bestecisi Cüneyt Büyükyaka. Eseri benim açımdan önemli kılan ise hikayesi. Öyle bir iddia ortaya koyuyor ki Cüneyt, eğer doğruysa bizim 100 yıllık ezberimiz bir anda değişebilir. Çok kısa arz edeyim. Einstein’in fizik kariyeri meslektaşı Mileva ile evlendikten sonra bir anda hızla değişiyor. Öyle ki, evlendikten sadece 3 yıl sonra, 1905’te Einstein, arka arkaya tarihsel buluşlara imza atmaya başlıyor. ‘Foto Elektrik Efekti’, ‘Brownion Motion’, ‘Özel Görelilik Teorisi’ ve şu çok ünlü ‘ E=mc2’ işte bu yılın ürünü… Hatta ‘Foto Elektrik Efekti’ makalesi onu 1921 yılında alacağı Nobel’e taşıyan en önemli işlerinden biri.Eserde iddia edilen ise Einstein’ın, bunca buluşa tek başına imza atmamış olabileceği. En önemli delili ise Mileva’nın son mektubu. Boşanmak için, günün birinde Nobel’i alırsa, kazandığı parayı Mileva’ya vermeyi kabul eden Einstein, bu taahhüdünü hemen yerine getirmemiş ve o zaman Mileva tarafından, tüm çalışmaları beraber yaptıklarını söylemekle tehdit edilmiş. Einstein ise ona cevabında “Yazdıklarınla beni güldürdün. Hakkında konuştuğun adam bu kadar başarılı olmuşken, kimse senin söylediklerine ilgi göstermez” demiş. Ama Nobel’den aldığı parayı da paşa paşa vermiş. İnsan sormadan edemiyor, yoksa Einstein başarılı bir kadının hakkını yiyen bir sahtekar mıydı?