Ortadoğu fokur fokur kaynayan bir yanardağ gibi. Arap Baharı denilen bu süreç aslında gecikmiş/geciktirilmiş bir patlamanın sancılı ve daha radikal bir şekilde ortaya çıkışı. Günün sonunda eski Ortadoğu yerini yepyeni bir Ortadoğu’ya bırakacak. Eski düzenin liderleri, rejimleri ve hatta sınırlarında çok önemli değişiklikler olacak. Demokrasi ne ölçüde gelecek, bunu kestirebilmek kolay değil, ancak halkın talepleri bugünle kıyaslanamayacak bir düzeyde yönetimlere yansıyacak. Asıl sorun ise halkın tercihlerine dış dünyanın ve yerleşik düzen kalıntılarının tahammülünde.
Suriye, bahsettiğimiz sürecin en önemli halkalarından. Esad’ın düşüşü diğer Arap ülkeleri üzerinde çok büyük bir etki yapacaktır. Körfez devletleri Esad’ın gidişini destekleseler de Suriye’deki çöküşten en başta Körfez’in etkileneceğini düşünüyorum. Mısır’dan sonra Suriye’de de yöneticileri sıradan insanların karar verecek olması Arap dünyasında sandığın gücünü geri dönülmez bir şekilde arttıracaktır ve bu da birçok rejimi tehdit edecektir.
Bush başlattı
Aslında bu süreç hepimizin çok kızdığı George W. Bush ile başladı. Çıldırmış gibi sağa sola saldıran Bush Irak’a demokrasi ve özgürlük getireceğini söyledi. Bir yönüyle dediğini yaptı da. Eğer Iraklılara bırakılsaydı Saddam Hüseyin ve rejimini devirebilmek çok zor olabilirdi. İşgal, süreci hızlandırdı ve Saddam devrildi. Yerini kaos ve terör almış olsa da Iraklılar özgür sandıkla bu sayede tanıştı. Bush’un deyişiyle “halka yanlış yapma hakkı da verilmeliydi”.
Iraklılar artık kendi kendisini yönetmek dışında bir seçeneği kolay kolay kabul etmezler. Yani başka bir Saddam’ın gelme ihtimali çok düşük. Diğer taraftan Iraklı Arap liderler diktatörlüğü andırır, bir gruba veya aileye dayalı, ötekileştiren bir yönetim tarzı dışında bir yönetimi henüz geliştiremediler. Maliki’nin hali ortada. Bu anlamda Irak’ta dahi Arap Baharı’nın henüz sona ermediğini, belli konularda çok taze olduğunu kabul etmek gerekir.
Bush Irak üzerinden Ortadoğu yanardağına çomak soktu, karıştırdı da karıştırdı. Obama ise karıştırmayı bıraktı, fokurdayan magmanın patlamasında sakınca görmedi. Başka bir deyişle Arap Baharı’nın başlamasında ABD müdahaleleri tetikleyici oldu.
Yükselen İslâm
Amerika bir yönüyle kendi başlattığı sürece kaygıyla bakıyor. Çünkü halk iradesi yönetimlere yansıdıkça belirgin bir şekilde İslami renkler siyasette ön plana çıkıyor. Örneğin Mısır’da halk Müslüman Kardeşler’i seçti. Suriye’de ortaya çıkacak yeni rejimin Esad Rejimi’nden daha İslami olacağına kesin gözüyle bakılıyor. Hatta Körfez ülkelerinde dahi Batı’nın kabul edebildiği İslami rejimlerin daha asi ve daha bağımsız rejimlerle yer değiştirmesinden endişe ediliyor.
Bu çerçevede ABD Mısır’dan sonra Suriye’de de İslâmcıların güçlenmemesi için önlemler almaya çalışıyor. Bu önlemlerin başında ise dindarları ‘İslâmcı’ ilan etmek, İslâmcıları ‘radikal’ saymak ve akabinde de ‘terörist’ saymak geliyor. Suriye’de El Nusra o potaya girmiş durumda. ABD’ye göre El Nusra Esad’a karşı direniş sergileyen muhalif bir grup olmanın ötesinde pek çok terörist saldırı gerçekleştirmiş bir örgüt.
Türk laikliği
Batı’nın Mısır’daki İslamcılığa karşı önlemi ise onu kendi halkı ile terbiye etmek. Ekonomik krizler ve diğer siyasi grupların sıkıştırmalarının Mursi’yi değiştirmesi, yumuşatması bekleniyor. Ancak dip dalga o kadar güçlü ki bu kadar küçük önlemler ile dipten gelen dalgaları yumuşatabilmek kolay değil. Üstelik sırada Suriye, Körfez ülkeleri, Yemen ve Kuzey Afrika varken.
Bu şartlar altında Türkiye modeli bir kez daha parlıyor. İslâm’ı dünyevî değerler ile barıştıran, onu siyasi sistem içinde kabul edilebilir bir yere oturtmayı başaran Türkiye İslâmı ya da Türkiye laikliği Ortadoğu’da kırılan tüm hatları dengeye oturtmak için iyi bir örnek olabilir. Başka bir ifadeyle Türkiye Arap Baharı ülkeleri için izlenecek doğal bir örnek, belki de ellerindeki tek tecrübe.