Neticede insanın sınırlarını dünya çiziyor.
İnsan etrafına bakındığında, dünya ona “şunları şunları yapamazsın, bunlar ise senin harcın” diyor.
Tasavvufta insan boyunun hayli altındaki kapılar bu sınırlara örnek mesela.
Kapıdan girerken “Edeb ya Hû” yazıyor medreselerde.“Eğil” diyor insana. “Eğil ki gerçeğini hatırlayasın, özünü unutmayasın”.
Ve çıkarken de “Bu da geçer ya hû” ile uğurluyor kapı. Çok mutlu iken ayakları yere indiren, mutsuzken hüznünü dindiren muhteşem bir cümle.
O günkü sınırlar böylesine kendine getirirken insanı, bugünkü sınırlar tuhaf bir tanrı kompleksine sokuveriyor.
“Sen yaparsın, sen bilirsin, sen başarabilirsin…”
18 yaşında gençlerin televizyonda bilgi yarışmasına katılabilmesi bunun bir sonucu sayılabilir belki.
Mesela IMDB diye bir film sitesi var malum. Giriyorsun ve puan veriyorsun filmlere.
Alfred Hitchcock'u , Stanley Kubrick'i, Spielberg'i, Tarantino'yu, Coppola'yı, Polanski'yi, Nolan'ı puanlayabiliyorsun.
Dünya tarihine geçmiş filmlere, Baba serisine, Yeşil Yol’a sıfırı basabiliyorsun mesela. Kendini film eleştirmeni gibi hissettiriyor bu durum.
“Kubrick batırmış ya bu filmde” diyebiliyorsunus sıfırı basarken. Bir başkası yüz milyonlarca insan için bir başyapıt olan bir filme “Çöp” deyip geçebiliyor.
“Benim zevkime hitap etmemiş” diyen yok. Bunu demeyen“Acaba ben anlamamış olabilir miyim?” der mi? Asla…
Mesela goodreads diye bir site var.
Siteye bir giriyorsun, Tolstoy, Dostoyevski, Kafka sıraya geçmiş onlara ne puan vereceğini bekliyor heyecanla.
Sitenin verdiği özgüvene bak. “Okuduğun kitaplara puan ver” diyor.
Geçtiğimiz günlerde tesadüfen gördüm. Otuzlarının ortalarında bir genç arkadaşım Doğan Cüceloğlu’nun yeni kitabını oylamış. Oylayınca da site üzerinden oylayan arkadaşımın twitter’ından otomatik bir tweet atılıyor.
“4 of 5 stars to Geliştiren Anne-Baba by Doğan Cüceloğlu”
O 20 puanı (100 üzerinden) nereden kırdınız hocam diye sorardım mesela bu arkadaşı bulup eğer Doğan Cüceloğlu olsam.
Ki muhtemelen Doğan Cüceloğlu’nun sadece yazdığı kitaba damıttığı deneyimi oy veren arkadaşın yaşından fazla…
Yanlış da anlaşılmasın. Beğenmek/beğenmemek, kişiye hitap etmesi/etmemesi bambaşka.
Ama bizim alıştırıldığımız dil başkalaşıyor.
Hani, meşhur ressam hikayesindeki gibi.
Resmini şehrin meydanına koyup “Beğenmediğiniz kısımların yanına çarpı işareti bırakın” dediğinde resmin her yanında çarpılar buluyor ressam. Bir hafta sonra da bir kutu boya ve fırça bırakarak “beğenmediğiniz yeri düzeltebilirsiniz” yazıyor da kimse dokunmuyor bile…
Tek kelime ekleyemeyeceği, tek cümle repliğini yazamayacağı kitapları, filmleri acımasızca eleştirme imkanı vererek kişisel tatmin yaşatıyor bu yeni yaklaşım.
Sorunlu bir ruh haline, sıkıntılı bir yeni değer yargıları örgüsüne itiyor insanı.
Diyebilirsiniz ki bir yemeğin çok lezzetli ya da çok kötü olduğunu anlamak için usta bir şef mi olmak gerekir?
Elbette gerekmez. Ama yılların ustasını çağırıp da “sana şu puanı verdim, bir dahakine böyle yapma, şöyle yap” diyebilmek için de bir tecrübe, bir ustalık gerekir.
Gerekmeli…
***
Günün Notu
En güzel şeyler bedava oysa..
- Gülümsemek
- Teşekkür etmek
- Sevmek
- İyilik yapmak
- Dua etmek
NOT : Bir sonraki yazıda güçlü kalmanın diğer formülü olan, dünyanın bize dayattığı vahşi doğa koşulu olan kabalık konusunu yazacağım. Fikirlerinizi, yorumlarınızı e-posta ile paylaşınız lütfen.