1991 yılında Sovyetler Birliği'nin çöküşüyle dünyanın tek kutuplu bir siyasi konjonktüre dönüştüğü söyleniyordu... Hatta "tarihin sonu' dedikleri bu dönemeçte, Sovyetler bitmiş, artık yeni Amerikan Yüzyılına girilmişti pek çok yazara göre. Ancak bu 'süper-iyimserlik' uzun sürmedi, yüzyılın bitiminde, borsanın patlamasına ve finansal çöküşe engel olamayan ABD, kısa sürede dünyanın tek patronu olmadığını fark etti... Buna Ortadoğu ve Afganistan'da saplandığı refüze oluşları da eklersek, 2000'lerin ilk çeyreği "Amerikan Rüyasının Bitişi' anlamındaydı...
Bu arada Çin ve Asya ülkeleri uzun uykularından uyanmış, ekonomik liberalizm ile devlet kapitalizminin şaşırtıcı moderasyonu ile dikkate değer bir ekonomik büyüme ve teknolojik yeniliklerle ön plana çıkmaya başlamışlardı...
Günümüzde, bir tarafta eski cazibesini yitirmiş bir Batı, diğer tarafta ise sürekli gelişme trendinde olan bir Doğu var. Yol-Kuşak projesiyle, dünya tedarik hareketliliği, ABD'nin patronajlığından Çin ve Asya'ya geçiyor...
Dünya siyaset sahnesi, özellikle pandemi sonrasında yepyeni bir deneyimler geçidinden sonra yeniden dizayn oluyor. Zorunlu küreselleşme hatta 'dispozitif' şeklinde yorumlanabilecek; ortak sağlık tedbirleri, kontroller, yasaklar, tam veya kısmi kapanmalar, kesintiler, ertelemeler derken, ekonomik anlamda küresel bir kriz sarmalının içine girdik. Zaten adalet üretemeyen küresel siyaset mimarisi, ekonomik krizlerle birlikte, insani alarmlar vermeye başladı. Sözgelimi sadece "göç' sorunuyla bile, dünya söylevlerindeki "insan'ın ne kadar soyut ve ne kadar değersiz olduğunu gördük. Dünya barışı, çoğulculuk ve hümanizm gibi ilkelerin tam bir fiyasko olduğunu, pandemi sürecinde abartılı bir şekilde öğrendik...
ABD Başkanı Biden'ın, Demokrasi Zirvesi'ne, Türkiye'yi, Çin ve Rusya ile birlikte davet edilmeyenler listesine alışı, ABD'nin dünya üzerinde kurmaya çalıştığı yeni bir 'kötülük sınırı' olarak insanlık adına üzücüdür... ABD 2002'de de bir şer ekseni 'exis of evil' belirlemiş ve küresel savaş hattı çizmişti, ama bunun sonucu dünyaya insanlık adına utanç verici tablolar dışında hiç bir şey bırakmadı ve tam aksine "Amerikan Nefreti'ni arttırdı. Demokrasi Zirvesi, davet listesiyle bir benzeri yapılıyor...
Bu saldırgan tavır, dünyaya yeni bir esenliği vaat etmekten çok uzaktadır...
Öte yandan; küresel siyaset, giderek tek bir devletin elindeki hegomonik gücün merkezileşmesine daha uygunsuz hale gelmektedir. Bu nedenle Amerika, Sovyetler sonrasının ilk ve son süper küresel gücüdür. Bu küresel tek kutupluluk, Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya gibi ülkelerce şimdiden baskılanmış hatta bitirilmiştir. Artık dünya "çok kutuplu"dur.
Küresel iktidarın 90 sonrası yeniden yapılanması, pandemi sonrasında daha da çetrefilli ve daha çok dikkat isteyen, özen ve bilgelik gerektirecek düzeyde zorlaşmıştır. ABD ve yeni yükselen güçler, dünya haritasında kaynakların kontrolü, güvenlik ve ekonomik çıkarlar adına birbirleriyle rekabet ettikçe, çatışma potansiyelleri de artmakta, giderek huzursuzlaşan dünya nüfusuna, çarpışmadan çok, daha fazla işbirliği vaat etme yollarını arayış, her zamankinden daha hayati duruma gelmektedir...
Pandemiyle birlikte içinden geçerek test ettiğimiz şey; artık insanlığın hiç olmadığı kadar interaktif bir etkileşimle birbirine bağlı olduğu gerçeğiydi... Bu yeni deneyim, aynı zamanda insanın hayatta kalma mücadelesinin, çatışmalara ayırdığı uzun çağları gölgede bırakacak kadar değerli bir mücadele olduğunu da ispat etti hepimize... İnsanlar, hayatta kalmak için, iletişim içindeydiler. Birbirimizin tecrübelerine ihtiyacımız olduğunu gördük. Çevresel, iklimsel, sosyo-ekonomik, tarımsal, demografik tehditlere karşı küresel işbirliği içinde olmamız gerektiğini bir kez daha test ettik.
Bu yüzden yeni bir dünya barışı mümkündür diyoruz. ABD'ye rağmen, yeni bir dünya barışı evet mümkündür...