İtalyan sosyalist hareketiyle tüm köprüleri atıp, yayınladığı gazetelerdeki eski sosyalist makaleleri de çöpe atarak yeni bir hareketin liderliğine soyunan Benito Mussolini, Faşist Parti’yi 23 Mart 1919’da kurduğunda yanında 300 kişi vardı.
28 Nisan 1945 günü, İtalyan komünist partizan Walter Audisio tarafından sokak köpeği gibi öldürüldüğünde, elinde, 2’nci Dünya Savaşı’nda hayatını kaybetmiş yaklaşık 63 milyon insanın kanı vardı ve bunların 455 bini de İtalyan’dı.
“Duçe” lakaplı Mussolini’yi veya Almanya’da “Führer” Adolf Hitler’i iktidara taşıyıp, insanlık tarihinin korkunç sayfasını açan ana zemin, geleneksel “kabile” anlayışının aşırı milliyetçi ideolojiyle ete-kemiğe bürünmesiydi.
Homo Sapiens (modern insan) tehlikeli bir varlıktır, yaşama tutunmak için kolay örgütlenir ve düşman gördüğünü de kolay öldürür.
Kuşkusuz, bu gezegen, binlerce yıl önce, atalarımız için kolay bir yer değildi, yemek bulmak için saldırgan olmaları, yem olmamak için de savunmada yaşamaları gerekiyordu. Üç kuşağı birlikte barındıran 50 kişilik aileler halinde onbinlerce yıl yaşadılar, ancak 20 bin yıl önce başka ailelerle buluşup işin içine kan bağı ve bölgesel dilleri de yerleştirerek kabile olabildiler.
Bir kabile iki ana unsura dayanır: 1- Bireyin önemi yoktur, bireyci yaklaşımlar (mesela avlanmış bir hayvanı oturup tek başına yemek gibi) ölümle cezalandırılır, 2- Kabile dışından gelen her varlık öldürülmeye müsaittir.
Felsefeci ve sosyologlar bu nedenle “kabile” kavramının insanlığın en tehlikeli sosyal genetiği olduğunda birleşiyorlar.
Ulus devletlerin 20’nci yüzyılın başlarında imparatorlukların yıkılmasıyla birlikte yeni yaşam alanları gasp etmek ve imparatorluklardan kalan zayıf halkları köleleştirmek için faşist kimliğe savrulmalarının temelinde yatan bir genetikten söz ediyoruz.
‘Soykırımı üreten sistemdir…’
Sosyolog Zygmunt Bauman’ın şu analizi, aslında, “soykırım veya etnik temizlik” olarak adlandırılan girişimlerin neden ısrarla tekrarlandığını göstermesi bakımından önemlidir:
Hitler ve Stalin’in öldürdükleri milyonlarca insan bir mekanik sürecin sonucu yok oldular, işin içinde insana dair bir duygu yoktu, tek suçları o an için hayal edilen toplum düzenine varlıkları ile uymamalarıydı. Soykırımlarda görev alan Sovyet veya Alman subay ve bürokratların söylediklerine baktığınızda, bütün bu insanların kendilerini bir sistemin sıradan bir dişlisi olarak gördüklerini ve ortaya çıkan korkunç tablodan bir damla bile etkilenmeyip, sorumluluk almadıklarını da görürsünüz. Bu nedenle, ırkçılık önce politik sonra ideolojiktir.
Nitekim, 70 yıl önce dedeleriAuschwitz başta Nazi toplama kamplarında yok edilmiş Yahudiler’in İsrail’deki aşırı sağcı kanadının kabul ettiği “Yahudi devleti yasası” ile İsrail devlet bürokrasisini bu kez Araplar’a karşı faşist/yok edici kimlikle örgütlemesi dikkat çekicidir.
Görünen, orada, kabile dışındaki varlıkların kurulması planlanan yeni sistem için öldürülmesi veya sürgüne gönderilerek coğrafi etnik temizliğin yapılması planlanmaktadır.
“Kimlikçi politikaların” yeniden yükseldiği bir dönemdeyiz, İtalya’nın Dışişleri Bakanlığı koltuğunda Mussolini’den tam 73 yıl sonra yine bir faşist olan Matteo Salvini oturuyor ve bırakın Ortadoğulu mültecileri bir kenara, Avrupa pasaportu taşıyan Romanları memleketten atacağını söylüyor!..
“No pasaran” (geçit yok) İspanya iç savaşında devrimcilerin faşist Franco güçlerine karşı sloganıydı, başarılı olamadılar, Avrupa büyük yıkımla karşılaştı, gelişmeler o sloganı bir kez daha önemli kılıyor, bilin.