Dünyadaki güç savaşının ana başlıkları, karşılıklı gelen açıklamalarla yavaş yavaş şekilleniyor. Rusya Devlet Başkanı Putin’in ardından bu kez de ABD Başkanı Barack Obama sahne aldı. İşte dün Obama’nın yaptığı kritik konuşmadan bazı cümleler:
‘2. Dünya Savaşı’ndan bu yana en büyük hatalarımız itidalden değil, sonuçlarını görmediğimiz savaşlarımızdan oldu. Dünya liderliğini, ABD’den başka hiçbir güç yerine getiremez. Çıkarlarımız tehdit altında olduğunda ABD çekinmeden güç kullanacaktır.
ABD dünyanın geri kalanına kıyasla nadiren bugünkünden daha güçlü olmayı başarabilmişti. Muhalefet tarihi yanlış okuyor. Sadece elimizde en modern çekiçleri taşıyoruz diye her çiviyi problem olarak göremeyiz. Suriye’de askeri çözüm yok, bu mezhep savaşına Amerikan askerlerini sokmayacağız.’
***
Bu sözleri tartışırken, geçtiğimiz hafta Putin’in söylediklerini de hatırlamakta yarar var:
‘Uluslararası sistemde yeni siyasi merkezlerin oluşumu ile ilgili süreç devam ediyor. Ancak bununla beraber küresel istikrarsızlık da artıyor. Biz Avrupa ve Atlantik bölgesinde istikrarlı, güvenli ve barış içinde bir alan oluşturma konusunda başarılı olamadık. Modern meydan okumalar ve tehditlerin, arkaik jeopolitik oyun mantığı ile kendi metot ve değerlerini zorlayarak ya da renkli devrimlerle sonuç alamadığı ortada.’
İki büyük güç merkezi arasında devam eden bu entelektüel bilek güreşi, sonuç itibarıyla hem dünyanın nereye gittiği konusunda, hem de bu yeni dünyada Türkiye’nin rolü üzerinde bize önemli ipuçları veriyor.
Sözgelimi Obama’nın sözleri, Putin’e apaçık bir cevap özelliği ve hayli abartılı bir meydan okuma gibi görünse de; Suriye konusunda ilan edilen duruş, ABD’nin dünyadaki belli sorunların yönetimini Rusya’ya terk ettiği izlenimini veriyor. Bizim açımızdan son derece sıcak bir boyutu olduğu için, bugün az önce aktardığımız konuşmanın Suriye başlığını ele alalım.
Suriye’de askeri çözüm yok ve bu mezhep savaşına Amerikan askerlerini sokmayacağız vurgusu, yakın gelecekte pek çok ciddi sonuç üretecek bir yaklaşım. Bu yaklaşımların Türkiye’de de bir şekilde karşılık bulacağını, Suriye politikamızın sürprizlere gebe olduğunu şimdiden söyleyebiliriz.
Hoş, sürpriz derken kendimi işin dışında tutacağım izninizle. Zira Türkiye’nin Suriye politikasına dair görüş ve eleştirilerimi dile getirirken, birkaç noktanın altını ısrarla çizmiştim.
Birincisi; hoşumuza gitsin ya da gitmesin Suriye sorununun ana muhataplarıyla konuşabilme zeminini kaybetmemek gerekiyordu. Nitekim hayli farklı görüşler ve tezler savunulmasına rağmen Türkiye’deki karar vericiler, Rusya ve onun güç parantezinde yer alan güçlerle diyalog kapısını sonuna kadar açık tuttular. Bunun ne kadar önemli olduğunu önümüzdeki dönemde daha açık biçimde görebileceğiz.
İkincisi; Türkiye’nin Suriye konusunda bizzat bu ülkenin içinde kendisine seçtiği yol arkadaşlarının, en azından öncelikler sırası açısından gözden geçirilmesi gerekiyor. Açık biçimde ifade etmek gerekirse, Türkiye’nin öncelikli ittifak listesinin ilk sırasına acilen Suriye Kürtlerini yazması gerekiyor.
Bunları konuşurken ülkemizi iki büyük meydan okumanın arasına sıkışmış gibi göstermenin peşinde değilim. Aksine bu büyük güç savaşında aktif denge rolü oynayacak belki de üç dört ülkeden birisi olarak Türkiye’yi tarif etmekten yanayım.
Sadece geç kaldığımız, ama her şeye rağmen atabileceğimiz bazı adımlar var. Bir sonraki yazıda bu adımlar üzerine konuşmaya devam edelim.