2014-2015 seçim üçlemesinin son etabına, 10 Ağustos sonrası girmiş bulunuyoruz. Milenyumun başlangıcındaki en uzun yıl olmaya aday 2014’ün, sancılarını hitama erdirmek için 2015 seçimlerinin de atlatılması gerekiyor. Bugünlerde yaşadığımız, 10 Ağustos sonrasında, aslında, 2015 sürecinin de başlamış olmasıdır. Türkiye’nin bütün kritik makamlarında değişimin yaşandığını geçmiş birkaç haftanın eksik kalan tek kısmı muhalefette de benzer bir değişimin ortaya çıkmaması oldu. Daha ilginci muhalefette isimler üzerinden bir değişimin yaşanması, 2015 süreciyle ünsiyet kurmaya yetmeyecekti.
Eski Türkiye tatmini son sahnesi yaşanana kadar, müesses nizamın farklı unsurları son söylemine ve aktöre kadar tüketilmeden de yeni Türkiye’nin sahici bir muhalefeti ortaya çıkmayacak. Bu hayata geçmesi oldukça zor bir ideal durum olarak kalmaya devam edecek. ‘Pareto optimal’ bir siyaset dengesini yakalamak hayat ve siyaset dışı bir özlem olsa gerek.
Türkiye’deki sıkıntı sadece mezkur dengesizlikten kaynaklanmıyor. Aksine siyasi dengesizlik, de jure anti-demokratik yapılar ve yasal altyapı yerli yerinde dururken, de facto demokratikleşmenin ortaya çıkardığı yeni siyasi durumla yönetilmeye çalışılıyor. Tam anlamıyla bir demokratikleşme için, statükonun yasal sahibi olan aktörlerden ziyade, toplumun temsilcisi olan farklı siyasi akımları ikna etmek veya tatmin etmek gerekiyor.
Kendi tabanının dışındaki kesimleri de ikna ve tatmin görevi, de facto demokratikleşmenin başat aktörü olan AK Parti’ye kalınca, süreçler oldukça yavaşlıyor. Çözüm sürecinin sindirilmesi seneler alıyor, din-devlet ilişkilerinin normalleşmesi yavaş bir tedrici yol haritasıyla mümkün oluyor, anayasanın yüklerinden kurtulması siyasi bir kısır döngünün ortaya çıkmasına yol açıyor.
2015 seçimleri sonrasında, Türkiye’de dört yıl boyunca, olağanüstü bir durum yaşanmazsa seçim olmayacak. Bu açıdan Türkiye’nin en az dört yıllık bir altın dönem fırsatı bulunuyor. Zira 2007’de erkene alınmak durumunda kalınan seçimlerle, siyasi süreçler, son yedi yılı altı kez bölmüş oldu. Yaşanan altı seçim hem demokratikleşmeye hem de değişime aşı vazifesi görmüş olsa da, çok daha hızlı bir ivme ile yürüyebilecek birçok farklı başlığın ya yavaşlamasına ya da tedrici bir tarza bürünmesine yol açtı. Bu dönemde PKK’nın silahlara sarılması, Ortadoğu’da yaşanmakta olan kriz, küresel ekonomik çalkantı, muhalefetin sokaklardan medet umması ve paralel yapının sabotaj girişimleri de süreçleri ciddi şekilde etkiledi.
10 Ağustos seçimleri büyük ölçüde 2015 seçimlerinin de kaderini belirlemiş oldu. Dolayısıyla ‘2014 sancısına’ ait son iki halkaya dair siyasi belirsizlik ortadan kalkmış oldu. Bu durum hem iktidar hem de muhalefet açısından geçerli. Eğer değerlendirilebilirse, siyasi belirsizliğin olmadığı bu yeni dönem Türkiye açısından bir sıçrama sürecine rahatlıkla dönüşebilir. Halkın oylarıyla seçilen cumhurbaşkanın da bu yeni dönemde birçok kritik meselede ‘siyasi katalizör’ hatta sürükleyici bir rol oynayacağı da muhakkak. Bu durum bile tek başına yeni dönemdeki fırsatları idrak etmek için yeterlidir.
Türkiye dışındaki kriz alanları artık kendi statükosunu oluşturacak düzeyde bir kısır döngü içerisinde. Risk ve tehdit unsuru olarak kabul edilebilecek alanlar artık yakinen tanınıyor. Son birkaç yılda bu risk ve tehditlerle karşı karşıya kalındı ve kapasite artırımı sağlanmış durumda. Ekonomik risklere karşı da ciddi anlamda bağışıklık ortaya çıktı. Zor geçme potansiyeli taşıyan 2015’e dair hazırlıklar da geçmiş tecrübeden beslenmek durumunda.
Yeni dönemin koordinatları, siyasi ve ekonomik kırılganlıklarına dair hem riskler hem de fırsatlar açısından öngörülebilir bir tablo var karşımızda. 10 Ağustos’la başlayan yeni süreç karmaşık değil. Siyasi cesaret ve basiret gösteren bütün aktörler yaşanan dönüşümde pay sahibi olabilirler. Muhalefet tercihini nasıl yapacağını ortaya koymuş durumda. Türkiye açısından bu bile olumlu bir durum. Yeni Türkiye, bir süre daha, eski Türkiye’yi tüketerek var olmayı tercih etmiş olanları da yönetmek zorunda kalacak. Biraz sıkıntılı ama pekala yönetilebilir durum.