Bugün 1648 Westphalya ile tanımlanan Avrupa söz sahibi değil artık.
Özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra oluşturulan Yalta Düzeni'nde, ikincil konuma düşen kıta Avrupası'nın, geçen zaman içinde Amerika'nın vassalı konumuna düştü.
Bütün bu gelişmeleri, jeopolitik açıdan mı yoksa ideolojik açıdan mı değerlendireceğiz.
Aslında, bütün ideolojiler, jeopolitik tanımlamaları üzerine yükselir.
Fakat bugün, ideolojilerin evrimi Batı'nın jeopolitik tanımlar üzerine şekillenmiştir.
Temel mesele şu...
Gelinen noktada, Avrupa merkezci hiçbir tanım çözüm üretecek kabiliyete sahip değildir artık.
Evet... Tarihe baktığımızda, medeniyet oluşumlarının, hep su kenarında gerçekleştiğini görürüz.
Mısır, Nil etrafında neşvünema bulmuştur.
Türkistan'da şekillenen Türk medeniyeti de hep nehirler etrafında şekillenmiş, özellikle Turfan bölgesine baktığımızda bunu net şekilde görürüz.
Sonra denizler devreye girer.
Tarih yaklaştıkça imparatorlukların denizlerle münasebeti çok belirleyici olmuştur.
Özellikle Akdeniz...
Roma'nın ve Osmanlı'nın yükselişini, iktidar ilişkilerini belirleyen güç mücadelesini bir de buradan okumak gerekir.
Güneş batmayan İngiltere İmparatorluğu'nu doğuran ise okyanustur.
Bugün bunlar herkes tarafından biliniyor.
Amerika, iktidarını hem iç denizler hem de kıtaları kuşatan, kıtaları ada gibi gösteren okyanuslar üzerindeki güç mücadelelerinden sağlamaktadır.
Demem o ki...
Son 200 yılda şekillenen ideolojilerin, önce İngiltere, sonra ABD tarafından kuşatılan karalarda şekillendiğini görmezsek, yine tarihin kenarında kalmış olacağız.
Fakat şunu da unutmamak gerekir ki, iç denizlerde yaşanan büyük mücadele, kaynak mücadelesidir.
Okyanuslardaki mücadele ise, ekonominin birbirine bu kadar entegre olduğu zeminde, tedarik zincirleri noktasında yaşanan kopuşlar iç kaynak sorununu daha da büyütmektedir.
Onun için koridorlar meselesi bu kadar önem kazanmıştır.
İsrail'in gerçekleştirdiği katliam bile, bu açıdan değerlendirilmeli.
Kuşak Yol Projesi'ne karşı Orta Koridor çıkarılmasını, okyanus üzerinden kuşatılan Avrasya adasının da yeni düzen etrafında birleştirilmesi olarak görmek gerekir. Kavga çok büyük...
ABD Başkanı Joe Biden, "Türkiye, güvenliğimizi tehdit ediyor" derken, bütün bu kavganın merkezinde Türkiye'nin olduğunu söylüyor aslında. Vassallarını deşifre etti Türkiye...
Ve ABD'nin stratejisinin yeni bir emperyal proje olduğunu gösterdi böylece.
Buna karşın, özellikle Türk Devletleri Teşkilatı ile birlikte, Avrasya'nın kalbinde müthiş bir Türk kuşağı projesini hayata geçirdi.
Bütüncül perspektifle Akdeniz'deki mücadele, Libya, Kuzey Kıbrıs Devleti gibi çözümlemeler, işte bu Avrasya'nın kalbinde şekillenen dünyanın bir izdüşümü.
Biz, tam da burada, geçen yüzyılın arkaik ideolojilerini aşmamız gerektiğini söylüyoruz.
Uluslararası hukuk, reel politik söylemleri aşarak, iyi gittiğimiz yolu...
Yeni bir düzen tesis edecek aklı sonuna kadar işletmeli...
Batı'nın sömürge üzerine inşa ettiği uluslararası hukukun yerine, insanın emanet olarak kabul edildiği inanç doğrultusunda bir hukuk inşa edilmeli.
Bugün, insanlığa bu noktada öneri getirebilecek kimse yok.
Avrupa, çöküşte...
ABD geriliyor...
Dünya ekonomisinden aldığı pay gittikçe düşüyor artık.
Enerji kaynakları üzerinde oturan Rusya, imparatorluk krizi yaşamaya devam ediyor. Okyanusla teması da çok kırılgan.
Kendince bir Okyanus strateji de geliştiren Çin ise, devletçi kapitalizmle insanlığın çoğuna "kölelik hakkı" vaat ediyor. Üstelik dolara çok bağımlı.
Bugün para sistemini değiştirmeden güçlü bir strateji geliştirmenin mümkün olmadığını da düşünürseniz, Çin'in hegemonya stratejisinin uzun erimli olmadığı görülecektir.
ABD ile Çin'in bağını da işte bu dolarizasyon belirliyor.
Bütün bunlar, sistemin devam ettirilmesi noktasındaki çabaların ifadesi.
Oysa krizin çözümü, jeopolitik kırılmalar üzerinde kimin nasıl bir hukuk önereceğinde düğümleniyor.