Gezi Parkı olaylarından, ülkeyi yöneten ve kendilerini yönetmeye aday gören bütün siyasi kadrolar ne tür sonuçlar çıkarır, bilemem. Bildiğim nokta, yaşadığımız bölgenin tahmin edilenden çok daha hızlı bir şekilde yeni dengeler düzenine doğru yol aldığıdır.
“Arap Devrimi”nin daha, kanlı Suriye senaryosu devam ederken, Irak ve Lübnan bu ülkeyle birlikte Ortadoğu’yu kasıp-kavuracak Sünni-Şii savaşının sıcak rüzgarlarını hissederken, yeni gelişme çok farklı bir boyutu işaret ediyor: Dini ve etnik çatışmaların arenası olması beklenen bölge, toplumların farklı kesimlerinin “yaşam tercihleri” doğrultusunda yeni bir denge arayışına geçmiş durumda.
Gezi Parkı eylemini başlatıp sürdürenlerin yaşam tercihleri ile Anadolu coğrafyasının “muhafazakar” olarak adlandırılan kesimi arasındaki farklılaşma “derin bir fayhattına”dönüşür mü, bunu zaman gösterecek.
Ama sanırım, bir başka önemli bölge ülkesi Mısır’da yaşanılanlar, bölgeyi en az Taksim Meydanı kadar etkileyecek önemdedir.
30 Haziran’da Tahrir’e dikkat!..
Türkiye, Gezi Parkı olaylarının sıcaklığını yaşarken, Mısır Kültür Bakanlığı, 5 Haziran günü, ülkenin önde gelen gazeteci, yazar, devlet opera ve bale sanatçıları, ressamlar, heykeltıraşları tarafından işgal edildi!.. Bakanlıktaki işgal sürüyor... İşgalciler, Kültür Bakanı Alaa Abdülaziz’in bakanlığı giderek dini bir kuruma dönüştürdüğünü ve derhal istifa etmesini istiyorlar. Mısır polisi, işgale bugüne kadar müdahalede bulunmadı. Müslüman Kardeşler mensuplarının zaman zaman gerçekleştirdikleri karşı eylemlerde işgalcilerin can güvenliğini sağlamak için tedbir alıyor, o kadar.
Kahire ise, 2 ay önce bir sivil toplum hareketi olarak kendini gösteren, Devlet Başkanı Muhammed Mursi’ye muhalif tüm sivil toplum örgütlerini, irili-ufaklı siyasi partileri ortak şemsiye altında toplayan Tamarrod’un (Direnme İnisyatifi) 30 Haziran’da Tahrir Meydanı’nda yapacağı dev mitingin gerginliğini yaşıyor. Tamarrod, bugüne kadar, Mursi’nin istifasını isteyen 7 milyon imzayı toplamış durumda. Bu rakam, Mursi’nin, 2012 Cumhurbaşkanlığı Seçimi’nin ilk turunda aldığı 5.5 milyon oydan bir hayli fazla.
Müslüman Kardeşler ve bağlantılı örgütler ise, Tamarrod’un, liberaller, ateistler, radikal Hıristiyan Kıpti gençler ve apolitik yeni kuşağın temsilcisi olduğunu savunarak Tahrir Meydanı’na indikleri anda karşılarında kendilerini bulacaklarını ifade ediyorlar. Yani, 30 Haziran, bir kez daha dünyanın Tahrir’i konuşacağı ve Mısır’da kanlı sivil çatışmaların yaşanabileceği bir gün olabilir.
İran’da büyük değişim...
İran’da yapılan son cumhurbaşkanlığı seçimini “ılımlı-reformcu” olarak adlandırılan Ruhani’nin, dini lider Ali Hameney’e yakınlıklarıyla tanınan “sertlik yanlısı” rakiplerini ilk turda geçerek seçilmesi anlamlıdır.
İran’da kayıtlı 50 milyon seçmenin yaklaşık yüzde 25’i, Hamaney’in “vesayetialtında” yaşanılan seçime “boykot” amaçlı katılmadı. Bu yüzde 25, İran İslam Cumhuriyeti’nde bütün yetkileri dini liderin elinde toplayan, yapılan kontrollü seçimler ile işbaşına gelenleri ise etkisiz oyuncu yapan rejimi meşru kabul etmiyor. Her şart altında yaşam ve siyasi tercihini önüne konulan sandıkta sergilemek isteyen geri kalan yüzde 75’in yüzde 51’i Ruhani’yi tercih ederek Hamaney ve çevresine önemli bir mesaj verdi. 2011 yılının resmi İran İstatistik Enstitüsü raporları, İran toplumunun son 20 yılda köklü değişim yaşadığını işaret ediyor.
1976 yılında en az üç çocuk sahibi olan İran ailesi, bugün ortalama 1.6 çocuğa sahip!..
Nüfusun yüzde 70’i şehirde yaşıyor, bu nüfus, çevre sorunları, kent alt yapısı gibi konularda rutin siyasi tartışmalardan daha çok hassasiyete sahip. 20-34 yaş arasındaki kadınların yüzde 33’ü, aynı yaş grubundaki erkeklerin yüzde 50’si bekarlığı tercih ediyor. 2.5 milyon ailede (yüzde 12.5) kadın evin ekmeğini kazanıyor. Ülkede artan ekonomik sorunlar nedeniyle her 7 evlilikten biri boşanma ile sonlanıyor, bu oran, Tahran’da 4’te bire kadar ulaşmış durumda.
Bu sosyo-ekonomik yapının, İran’ı değiştirecek potansiyele sahip olduğu zaten biliniyordu, Ruhani’nin seçilmesi şaşırtıcı olmadı.
Türkiye’nin önemi...
Belli ki, İran ve Mısır, kendi bünyelerinde büyük sosyal depremler yaşayacaklar. Bu noktada, “olgunlaşan demokrasisi” ile Türkiye’nin kendi içindeki tartışmayı barışçı bir süreçte ortak sentezlere yöneltmesi önem kazanıyor. “Yeni Türkiye”nin içinde yaratacağı “yeni modele” dünyanın ihtiyacı var. Kimbilir, Gezi’ye dönük bu ölçüde ilginin temelinde, soru işaretleri ile yüklü bir gelecek vardır.