Birçok gazetede üniversite giriş sisteminin değişeceğine ilişkin haberler var.
Yine, yeniden.
Bu haberlerde birtakım ayrıntılara (ör. üniversitelerin kendi öğrencisini seçeceği) yer veriliyor. Ayrıntılar, planlama aşamasında olan ve tamamlanmaya yakın bir çalışmanın parçası gibi sunuluyor.
Haberleri yapanlar, üniversite giriş sistemindeki değişikliklerin çok büyük bir kitleyi ilgilendirdiği ve dolayısıyla ilgi çektiğini biliyorlar. Bundan dolayı, ara ara bu tür spekülatif haber yapmaktan geri durmuyorlar.
Önemine binaen, bu haberlerden yola çıkarak bir değerlendirme yapmakta fayda var.
Yetki, YÖK’te
Öncelikle şunu hatırlatalım ki, Türkiye’de üniversitelere nasıl öğrenci seçileceği kanunla belirlenmiştir. Yükseköğretim Kanunu’nun 45. maddesi ayrıntılı bir şekilde yükseköğretime giriş sistemini anlatmaktadır.
Bu sistemde adayların yerleştirme puanı hesaplanırken, esasları YÖK tarafından belirlenen (merkezi) sınavda aldıkları puan ile adayların ortaöğretim başarı puanları (lise notları) birlikte değerlendirilir. Yani, üniversite giriş sisteminde değişiklik yapma yetkisi YÖK’tedir.
Yine hatırlatalım ki, Ağustos 2012’de Başbakan Erdoğan başkanlığında toplanan Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu, 2014’ün sonuna kadar üniversite giriş sisteminde yeniden yapılandırma kararı almıştır. Karar, YÖK’ün sorumluluğunda ÖSYM, MEB ve TÜBİTAK’ın ortak çalışmasını öngörmüştür.
Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı ve YÖK Başkanı Gökhan Çetinsaya da söz konusu kararı hatırlatarak, konuya ilişkin çalışma yürüttüklerini bugüne kadar çeşitli vesilelerle ifade ettiler. Ancak, bildiğim kadarıyla, ilgili kurumların birlikte çalışarak üzerinde uzlaştığı bir model henüz yok. YÖK Genel Kurulunda da konuya ilişkin hiçbir karar henüz alınmadı. Dolayısıyla giriş sisteminde değişiklik haberlerini temkinli bir şekilde değerlendirmek gereklidir.
Daha önce ifade etmiştim, üniversite giriş sistemi gibi hemen herkesi ilgilendiren hassas bir konuda çıkan spekülatif haberlerin, ilgili kurumlar tarafından teyit edilmesi veya yalanlanması gerekir diye düşünüyorum.
Aslında bu da yetmez. Usûle ilişkin bir değerlendirme gerekli diye düşünüyorum.
Usûl ne olmalı?
Son yıllarda özellikle liseye geçiş sisteminde çok sık değişiklik yapıldığı yönünde yaygın bir kanaat söz konusu. Dahası, aceleyle yapılan değişikliklerin öngörülen sonuçları vermediği ve dolayısıyla eğitim sisteminin bir yapboz tahtasına çevrildiği sıklıkla gündeme gelmekte. Bu eleştirilerde haklılık payı yüksek. Medyada sık sık çıkan “yeni sistem geliyor” haberleri, bu olumsuz algıyı derinleştirmekte.
Açıkçası, giriş sistemlerinde geçmişte yapılan değişikliklerin istenen sonuçları vermemesinde, içerikten ziyade ciddi bir usûl sorunu görmekteyim. Evet, eğitim sistemleri sabit değildir ve değişiklik yapılması normaldir ve hatta gereklidir. Ancak neyi nasıl değiştirdiğimiz yani yöntemimiz, sonuçlarımızı yani başarımızı önemli ölçüde belirlemektedir. Geçmişte çok iyi niyetle yapılan değişikliklerin istenen sonuçları vermemesinin belki de en önemli sebebi, izlenen yöntemlerin yanlışlığıydı.
Bir örnek verecek olursam, liseye geçiş sisteminde değişiklik yapan eski bir Milli Eğitim Bakanı, bilimsel çalışmalar yaptırdığını ve buna göre sınav sisteminde değişiklik yaptığını ifade etmişti. Ancak bu değişikliğin üzerinden çok kısa bir süre sonra başka bir Bakan liseye geçiş sisteminde yeniden bir değişikliğe gitti.
Kamuoyu, Bakan’ın bahsettiği çalışmaları hiçbir zaman göremedi. Tabi çalışmaların yazarlarını ve gerekçelerini de bilemedi. Sonuçlarına ise maalesef herkes katlandı...
Usûl ne olmalı? OECD, kamu politika yapım sürecinde, vatandaşların sağlıklı bilgilendirilmesi, onlara danışılması ve onların aktif katılımlarının sağlanmasını tavsiye ediyor. Bunun için yeterli zaman ve kaynak ayrılması ile gerekli mekanizmaların kurulması lazım.
Bu tür bir yaklaşımın izlenmesi, başta sınav sistemleri olmak üzere kamuyu ilgilendiren kararların meşruiyetini artıracak ve ömrünü uzatacaktır.