Türkiye’de ikinci bir resmi tarihin oluşuyor olması, bir alternatif tarih yazımı oluşturmak bakımından faydalı olabilir mi?
İkinci resmi tarih derken kastedilen nedir?
İkinci resmi tarihin oluşumunu mümkün kılan koşullar, hangi siyasi süreçlerin ve tecrübelerin sonucudur?
Türkiye’de ikinci bir resmi tarih derken kastedilen tarih anlayışı şüphesiz PKK eliyle oluşturulmak istenen tarih anlayışıdır.
Türkiye’nin bu yeni ve ikinci resmi tarih anlayışı, birincisinin benimsediği ve hayata geçirdiği inkara karşı bir anti-tez olarak anlaşılmaya çok müsaittir.
Bununla beraber her iki tarih anlayışının da, benzer özelliklere sahip olduğu görülmektedir:
Her türlü eleştiriden muaf tutulmaya çalışılan bir ideoloji ve lider tapınması, toplumu mutlaka ve tek başına yönetme arzusu, tarihi kaynaklar söz konusu olduğunda kendisininki dışında olan kaynaklara itibar etmeyen, ulus-devlete veya ‘hakim siyasete’ bağlılık duyan, çoğu kez liderin hatırına ve iradesine binaen, alınan kararlara sorgulamadan veya fikir beyan etmeden uyan, tarihin siyasi amaçlarla kullanılmasında herhangi bir ahlaki sorun görmeyen, milliyetçiliği ve ‘ulusal psikolojileri’ gelişmelere bağlı olarak sürekli bir biçimde güncelleyen ve elde bir imkan olarak tutan bir tarih anlayışı..
***
İlk resmi tarih başka bir biçimde ve yeni bir ‘ulusal kurguyla’ yeniden inşa ediliyor.
Ulus devlet temelli değil, ama ‘hakim siyaset’ temelli yeni bir iktidar alanı olarak..
Geçmişin ve ortak hafızanın silinmesi ve unutturulması üzerine inşa edilen resmi tarih anlayışına karşı, bir zamanlar Osmanlı ümmetinin bir parçası sayılan hemen hiçbir halk sonuç alıcı bir direniş gösteremedi ve üretilen resmi tarihin bir sonucu olarak deyim yerindeyse tarihsel bir tasfiyeye uğradı.
Makbul vatandaş olmak nasıl ki Türklükle tanımlandıysa, tarihin ‘makbul efradı’ olmanın ölçütü de Türk olmakla eşdeğer kılındı.
‘Tarihin makbul efradı’ olamayan halkların payına ise ‘sair efrat’ olmak düştü.
Bugün Kürtlerle Türklerin bin yıla uzanan tarihsel ilişkileri bağlamında, dört büyük karşılaşmadan söz edilir.
1071 Malazgirt Selçuklu-Kürt, 1514 Osmanlı-Kürt karşılaşmaları.
Bin yıl sürmüş bu ittifak yıllarını, cumhuriyetin ilk kuruluş dönemlerinde gerçekleşen ve ulusal kurtuluş yıllarını da kapsayan tarihsel karşılaşma ve ittifaklar dönemi izledi.
21 Mart Newroz günü Diyarbakır’da okunan mektupla beraber, son otuz yıl içinde sanki sarsılır gibi olan bin yıllık beraberliğin, tazelendiği ve yeni bir tarihsel karşılaşmanın yaşandığı döneme geçildiğine inanılıyor.
Ne var ki, sorunsuz bir bin yıldan söz etmek o kadar da kolay değildir. Romantikleştirilip, idealleştirilmiş bir tarih anlayışında, Kürtler Selçuklu ordularının giriştiği muharebe meydanlarının sağ ve sol cenahlarını kuvvetlendiren iyi savaşçılar ya da Osmanlı bayrağı altında, imparatorluk sınırlarının güvenle emanet edildiği sınırları Farslara, Araplara, Ruslara karşı koruyan sadık ve güvenilir bir halk olarak anlatılır.
Büyük ölçüde oryantalizmin belirlediği Türk tarih tezinde ise, Kürtler, bazen ihanete her daim hazır isyancı bir halk, bazen de medenileştirme projelerine direnen vahşi bir halk olarak tasvir edilir.
Bin yıl süren beraberliğin sonunda kurulan cumhuriyette, Kürtler’e daha kuruluş aşamasındaki ulus devletin asli unsuru olma konusunda verilen sözler unutulmuş, çeşitli belgelerde yer alan anlaşma metinlerinin bazı maddeleri, mahkemelerdeki dava dosyalarından evrak çalmaya benzeyen usullerle, söz konusu tarihi belgelerin içinden çekilip çıkarılmış ve geriye yeniden icat edilen yeni bir ulus ve geçmişin inkarına dayanan kurgusal bir tarih kalmıştır.
Yazının başındaki sorunun cevabına gelince:
İkinci bir resmi tarihe ihtiyaç yok elbette.
Türkiye’de esas resmi tarihin miadı doluyorken, Kürtler miadı dolan bu tarih anlayışını taklit etmek isterlerse, çok zaman kaybederler.
Ama maalesef gidişat bu yönde..
Neyse ki Türkiye’de bugün, geçmişi inkar etmeden ve geçmişle yüzleşerek tarihi daha fazla ‘Türkleştirmeden’ ve ‘Kürtleştirmeden’ yazabilmenin ve bu manada özgür bırakmanın nesnel ve öznel koşulları her geçen gün biraz daha güçlenmektedir.