İçimiz dışımız politika. Gazeteleri incelediğiniz zaman görüyorsunuz ki genel olarak bu başlık altında toplanabilecek haber ve yorumlar bâriz şekilde çoğunluğu oluşturuyor.
Politika ama nasıl politika?
Doğrusunu isterseniz ben bu haber ve yorumlarda özlü bilgiler ve değerlendirmelerden fazla dedikodu görüyorum.
Lütfen yanlış anlaşılmasın; elbet bir dizi yüksek kaliteli muhâbir ve yorumcu beni etkiliyor, onlardan çok yararlanıyorum. Ama ciddî politik haberlerin bizdeki uyduruk adıyla “magazinel” hâle sokulmasından hoşlanmıyorum. Bilmem hangi ülkenin hanım ekonomi bakanı basın toplantısında bir meselâ an için, yere bırakdığı omuzdan askılı çantasının tokasına takılarak kaçan çorabıyla ilgilenirse asıl mevzuun güme gidip bunun ön plana çıkması beni rahatsız ediyor.
Kaldı ki gerek bölgemizde ve gerekse daha geniş bir havzada değişen “özgül” ağırlıklar bizim dış dünyâ ile eskisinden fazla ilgilenmemizi bence zarûrî kılıyor.
Şöyle îzâh edebilirim belki:
Evet, Türkiye, başka hiçbir şeyden ötürü olmasa bile sırf bulunduğu yer îtibâriyle önemli bir ülke. Üç kıt’anın kesişdiği bir noktada hem anahtar hem kilid konumuna sâhib fevkalâde stratejik bir devlet. Onun için her bakımdan güçsüz bulunduğu 1876/77 (93 Harbi) ve 1945 (İkinci Cihan Savaşı sonu) arası ile daha sonraki 1945-1989 (Soğuk Savaş) yılları boyunca bile hep o andaki gerçek ağırlığının üzerindeki bir fiyatdan işlem görmüşdür.
Yeryüzünün başka bir yerinde bulunsaydı o ekonomik gücü ve o sıralardaki nisbeten düşük nüfûsuyla pek de kaale alınmayacağı muhakkakdı. Bir zamanların “Bir Numaralı Devlet”i ile müdhiş bir tezad!
Günümüzde ise artık bu yoksul ve ancak ABD/Almanya desteği ile ayakda durabilen Türkiye’den eser kalmadı.
Belki gözlerden kaçmışdır; 2012 Senesi ülkemiz muhtelif Üçüncü Dünyâ ülkelerine toplam iki milyar dolar tutarında kalkınma yardımı yapmış. Ben bu memleketde insanların ancak iki yılda bir yurddışına çıkabildikleri ve yanlarına ancak 100 dolar alabildikleri günleri de yaşadım.
Her neyse...
Bugün paradigmaları ve kıstasları tamâmiyle değişmiş bir Türkiye’deyiz. Bu sebebden dış politikamızı da yeni koşullara uygun, onların bizlere tanıdığı imkânlardan âzamî istifâde etmeyi bilen bir çerçeve içine oturtmamız herhalde yerinde olur ki zâten Ankara’da kimsenin durumu ıskaladığını sanmıyorum.
Sanmıyorum ama bundan sonraki rota konusunda zihinlerin pek berrak olduğunu da sanmıyorum.
Belki de birkaç plan ve tasavvur var da henüz hangisinin benimseneceğine karar verilmemiş. Belli olan, Türkiye’nin bundan sonra behemehâl “oyun kurucu ülke”lerden biri olacağı. Bu zâten 1040’dan, yâni Türkiye’nin devlet olarak târih sahnesine çıkdığı Dendânekan Meydan Muhârebesi’nden beri alışdığımız rol.
Ama eğer Türkiye’nin gelecekde daha ziyâde Batı’ya mı yoksa Doğu’ya mı ağırlık vereceği konusunda herhangi bir tereddüd var ise ben şahsen bunu teorik olarak tartışmanın dahî yersiz olduğu tezini savunurum.
Tabii ki hem Doğu’ya hem Batı’ya ama bu da yetmez!
Aynı zamanda Güney’e (Arab ülkeleri) ve Kuzey’e (Ukrayna, Rusya) doğru da!!!
İşte benim gazetelerimizde biraz daha enine boyuna görmek istediğim konulardan en önemlisi de bu.