Kamuoyunda tartışılmakta olan konular, her ne kadar isimler üzerinden ve sansasyonel yönleriyle öne çıkıyorsa da, son derece derin yapısal sorunlara işaret ediyor. Türkiye’nin dönüşüm yönünü belirleyecek olan bu yaşamsal ve yapısal sorunlar, sadece Türkiye’de yaşayanların geleceğini değil, başka ülkelerin geleceğini de etkileme kapasitesine sahip.
Kamuoyu belki konuları spot başlıklar çerçevesinde ele alıyor ve sadece iktidar ile ilişkilendirecek bir düzlemden bakıyor olabilir. Ancak başka toplumlar ve devletler, tartıştığımız, daha doğrusu etrafından dolaşıp durduğumuz konuları Türkiye’nin yönü bağlamında değerlendiriyorlar. Bunu da resmi ziyaretlerinde ve uluslararası toplantılarda dile getiriyorlar.
Bu hafta, Lüksemburg Büyük Dükü Türkiye’ye geldi, yanında dışişleri, maliye, ekonomi ve ticaret bakanlarını getirdi, gezi planlamasında Gaziantep vardı ve Suriyeli sığınmacıların kamplarını merak etmişti.
Küçücük Lüksemburg’dan bu düzeyde bir ziyaretin yapılması, önemsenmemiş olabilir. Ancak Lüksemburg, kategorik olarak Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkan bir ülkeydi; bu ziyaret vesilesiyle tavrın değiştiği beyan edildi. Ayrıca finansal gücü göz önüne alındığında, küçük dev adam denebilecek bu ülke, ikili ekonomik ilişkilerin geliştirilmesinin kapısını araladı.
Resmi ziyaretçiler
İkinci ziyaret ise İngiltere dışişleri bakanınınkiydi. İstanbul’daki terör saldırılarını anma gerekçesiyle gelmiş dahi olsa, ziyaretin esas nedeninin Suriye, ona bağlı olarak İran ve tabi İsrail, kim bilir belki Rusya ile terörle, daha ziyade el-Kaide ile mücadele ve AB süreci olduğuna kuşku bulunmuyor.
Tüm bunların ikili düzeyde ele alınmasının nedeni Türkiye’nin rotası ve doğal olarak bölgedeki gelişmelere olası etkisini anlamaya yönelik. Türkiye’nin rotasından kast edilen ise, muhtemelen komşu ülkelere yönelik yeni politikaların ve ticaret-yatırım-enerji ilişkilerinin ne kadarının Avrupa ülkeleriyle paylaşılacağı, ne oranda işbirliği yapılacağıyla ilgili. Muhtemelen İngiltere, Türkiye’nin komşu ülkelerde hangi kesimleri ya da ülkeleri muhatap alacağını ve bu süreci yöneten kaptanın da kim olacağını öngörme arzusunda da olmuştur.
Somut olarak ifade edersek, İngiltere Türkiye’nin İran, İsrail ve Irak-Irak Kürdistanı politikalarını anlamak ve bazı bilgileri paylaşmak istemiş olabilir. Temaları terörle mücadele, enerji ve Suriye’nin geleceği olan görüşmeler, esasen Türkiye’nin doğusunda yeniden barışçı bir rol üstlenip üstlenemeyeceğini test etmeye yönelik olabilir; bu yönde bir kapasite sezilmişse muhtemelen AB sürecinin hızlanacağı da ima edilmiştir.
Uluslararası toplantılar
Atlantik Konseyi ve İSEDAK toplantıları ise uluslararası nitelikteki buluşmalar oldu. Her iki toplantıda da Irak ile Suriye görüşüldü. İSEDAK’ta İslam ülkelerinin sorunlarını kendilerinin çözmesini sağlayacak girişimlere, mekanizmalara ihtiyaç olduğu dillendirildi; dolayısıyla aynanın içe tutulması konusu ele alındı.
Bu, İslam coğrafyasına yönelik istikrar arayışında dünyanın sınıra ulaştığını, ülkeler bunu kendileri yapmazlarsa, başkalarının gelip yapacağını ima ediyordu.
Atlantik Konseyi’nde ise Azerbaycan ve Irak Kürdistan’ından gelecek doğalgazın Türkiye üzerinden geçip batıya dağılması konusu yoğun biçimde ele alındı. Bu konu ile İSEDAK, hatta gelen resmi ziyaretçilerin gündemi arasında çok yakın bağlar var. Anlaşıldığı kadarıyla Türkiye yeniden Ortadoğu’yu AB’ye bağlayacak bir role teşvik ediliyor.
İç kavgaların bu süreçle bir ilintisi var mıdır, emin olmak zor. Ancak bazı tarihi fırsatları değerlendirmek dururken kolay çözülecek sorunları büyütmenin alemi var mıdır diye sormak gerekmez mi?