Çözüm sürecinin bugüne kadar ‘kazasız’, ‘belasız’ yürümesinden pek de mutlu olmayan çevreler, ‘fitne’ kazanını kaynatabilmek için çok derin bir toplum mühendisliği projesini son derece sofistike yöntemlerle sahneye koymaya çalışıyorlar.
Türkiye’nin büyük acılar pahasına 30 yıldır yaşadığı kanlı sorunun çözülmesi halinde, ‘Eski Türkiye’ ile bağlarının tümden kopacağı endişesine kapılan malum çevrelerin en pervasızca kullandığı argüman, “Türkiye bölünüyor, PKK ile al-ver pazarlığı yapılıyor, İhanet şebekeleri vs...”
Özellikle Bahçeli, Kılıçdaroğlu ve medyadaki ‘yandaşları’nın “Vatan-millet-Sakarya” edebiyatına yaslanarak sürdürdükleri ‘kara propagandayı’ ve yaşadıkları tedirginliği anlıyoruz. Çünkü, kan üzerinden bir oy daha fazla alabilmek için en kullanışlı oyuncakları ellerinden alınıyor.
Dolayısıyla, “Bu kanlı sorun biterse, Tayyip Erdoğan’ı bir daha durduramayız” endişesine kapılmaları da son derece normal...
Ayrıca hatırlatmakta yarar var, Bahçeli, Kılıçdaroğlu ve yandaşları şu ana kadar bütün demokratikleşme adımlarına karşı zaten ölümüne mücadele ettiler. Uzağa gitmeye gereke yok, 367 rezaletinde, 27 Nisan bildirisinde, kapatma davasında küçücük de olsa özgürlükçü bir tavır sergilemediler. En dramatik olanı da, 12 Eylül 2010 anayasa değişikliği referandumunda demokrasiye karşı mücadele ettiler.
Kısacası, vesayet Türkiye’sinin kendilerine sağladığı nimetleri kaybetmemek için, her demokratikleşme adımını ‘vatana ihanet’le yaftalamaktan çekinmediler.
Aslında süreç karşıtı bu tavırda bilmediğimiz ya da yabancısı olduğumuz bir durum söz konusu değil. Geçmişte ‘laiklik’, ‘şeriat’ ve ‘gericilik’ kavramları üzerinden yapılan büyük ithamların bugün bir başka versiyonunu izliyoruz, o kadar...
Bu ithamları yapanlar da pekala biliyor ki, başbakan Tayyip Erdoğan, bütün dünya karşısına geçse, milletin onayının ve gönül rızasının olmadığı hiçbir ‘çözümün’ altına imza atmaz.
Nitekim Başbakan Erdoğan‘Millete sesleniş’te yaptığı konuşmada, yaşanan süreçte milletin rahat olmasını isteyerek, “Ne pazarlık, ne taviz, ne de geri atma bizim anlayışımızda kendisine yer bulamaz. Sizin mührünüzü basmadığınız hiçbir sürecin içinde bulunmayız. Sizi de, aziz şehitlerimizi de incitecek yollara asla tevessül etmeyiz” değerlendirmesinde bulundu.
Sürecin amacı da, hedefi de son derece açık. Ama buna rağmen, birileri hem yeni anayasa yapım süreci hem de ‘çözüm’ konusunda milletin zihninde fitne oluşturabilmek için “Türkiye’nin anayasası İmralı tarafından yazılamaz” şeklindeki değerlendirmelerle pis bir oyun oynuyor.
Evet, yeni anayasa İmralı ile yapılmayacak. Ama, Ergenekon paşaları, Hüsamettin Cindoruk, Osman Pamukoğlu, Vural Savaş, Mümtaz Soysal gibi demokrasi karşıtı isimlerle de yapılmayacak. Malum, liste oluşumu şaibeli 300 imzacı durumdan vazife çıkararak ‘çözüme’ ve demokratik bir anayasaya karşı bir bildiri yayınladılar. Bu arada, ünlü tarihçimiz Halil İnalcık ve BBP Genel Başkanı Mustafa Destici gibi bazı saygın isimler imzacılar arasında yer almadıkları halde varmış gibi gösterilerek şaibeli bir piar çalışması yapıldığının da altını çizmekte yarar var.
Kimse bu millete ‘vatan-millet’ edebiyatıyla numara yapmasın. Bugün ‘üniter’ yapı, birlik bütünlük endişesini dillendirenler, hali hazırda yaşadığımız Kürt sorunu ve terör gibi acılı sorunların beslenip büyüdüğü ‘derin devlet’ geleneğinin en sadık temsilcileriydiler. Dolayısıyla, Türkiye’nin onlardan öğreneceği bir şey yok.