İlginçtir, ülkemiz Türkiye’de siyasal hayatta her şey gündemde ama nedense yeni anayasanın içeriği hiç ama hiç konuşulmuyor.
Bugün Cuma, araya çok önemli başka bir konu girmez ise cuma günleri yeni anayasa ile ilgili görüşlerimi yazıyorum.
Karaman’da yaşanan son maden faciası da yeni anayasa ile doğrudan ilintili bir konu.
Ne alakası var demeyin hemen, konuyu aşağıda açmaya çalışacağım.
3 Kasım 2002 tarihinden günümüze AK Parti’nin olumlu gördüğüm, desteklediğim, olumsuz gördüğüm ve desteklemediğim çok icraatı, çok sayıda yasama faaliyeti oldu.
Çok olumlu gördüğüm ve gerçekten desteklediğim en önemli AK Parti icraatı kanımca Haziran 2004 senesinde gerçekleşen anayasa değişikliği oldu.
Yanlış hatırlamıyor isem bu anayasa değişikliğine CHP de destek verdi ama girişimin öncüsü AB reformlarını temel rehber alan AK Parti idi (o zaman AKP galiba).
Haziran 2004 anayasa değişikliği içinde Anayasanın 90. Maddesinin son paragrafında yapılan değişiklik çok ama çok önemli ama maalesef yargıçlarımız bu değişikliği çok benimsemedikleri (!!!???) için sonuçlarını dolu dolu yaşayamıyoruz.
Anayasa 90’ın son paragrafında yapılan değişiklik ile bu tarihten sonra TBMM’nin usulünce onayladığı temel hak ve özgürlüklere ilişkin sözleşmeler hukuk normu olarak bizim kanunlarımızın üzerine taşındı.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, AİHM içtihadı, sadece bir örnek olarak veriyorum, bizim kanunlarımızın üzerinde bir hukuki değere sahip, yargıçlarımız biraz daha yargıç olsalar sadece bu madde bile Türkiye’yi uçurabilir ama maalesef sonuçlar ortada.
AİHM’in 1976 tarihli Handyside kararı orada durur iken 2004 değişikliğinden epey sonra 301’e gönderme yaparak Hrant Dink’e mahkumiyet vermek her şey olabilir ama yargıçlık, hukukçuluk olamaz, bu gerçeği bir kez daha hatırlatmakta fayda var.
2015 seçimleri sonrası inşallah yeni bir anayasa yapacağız, bu yeni metinde temel öncelik mevcut 90. Maddeyi daha da genişletmek, daha da etkin bir hale getirilmek olmalıdır.
Anayasa 90, mevcut haliyle, sadece TBMM’nin onayladığı temel hak ve özgürlüklere ilişkin sözleşmeleri yasalarımızın üzerine çıkarmaktadır.
Konu hukukçular arasında tartışmalı bir konu ama sosyal hakların temel hak ve özgürlükler çerçevesinde ele alınamayacağına ilişkin de çok sayıda görüş var.
Soma ve Torunlar İnşaat facialarından sonra Hükümet İLO sözleşmesini TBMM’ye onay için getirdi ama izleyebildiğim kadarıyla hala bu sözleşme TBMM’den geçmedi.
Bu iş neden hemen, bir-iki günde olamıyor anlamak gerçekten mümkün değil.
Türkiye İLO sözleşmelerini, hiçbir çekince getirmeden TBMM’den geçirmediği, bu sözleşmelerin hükümlerini de etkin bir biçimde uygulamaya koymadan Soma, Torunlar İnşaat, son Karaman faciası yaşamımızın parçaları olacaktır, herkesin bunu çok iyi anlamasında fayda vardır.
Bir dizi iğrenç rant kollama gerekçesi üreterek İLO sözleşmelerini TBMM’den geçirmeyenlerin vebali çok büyüktür, bunun da bilinmesi şart.
Yeni anayasada temel hak ve özgürlüklere ilişkin sözleşmelerin yasalarımızın üzerinde olması keyfiyetini tüm uluslararası hukuka, sosyal haklara, ticari sözleşmelere de genişletmekte fayda vardır.
Bu uluslararası sözleşmelere gerek kalmadan bu iyileştirmeleri biz de “türk vizyonu” ile gerçekleştirebiliriz diyenler ya ahmaktır, ya da büyük bir rant kollama faaliyetinin içindedirler, üçüncü bir ihtimal aklıma gelmiyor, zaten de yok.
Lütfen, lütfen, lütfen yeni anayasayı Başkanlık sistemi-HSYK parantezine sıkıştırmayalım, yeni Türkiye hedefi gerçekten samimi biri hedef ise, uluslararası hukuku sistemimizde egemen kılacak değişiklikleri gerçekleştirelim, İspanya Anayasasının 10. Maddesi benzeri bir maddeyi anayasaya koyalım yani anayasanın tüm maddelerinin uluslararası temel hak ve özgürlük kriterlerine göre yorumlanmasını amir hüküm haline getirelim.
Yazımı bitirirken, İLO sözleşmelerini TBMM’den geçirmeyerek uygulanmasını geciktirenlerin Soma, Torunlar, Karaman ve benzeri faciaların baş müsebbipleri olduğunu bir kez daha hatırlatalım.