Bu haftaya içerideki çok önemli ekonomik ve siyasi gelişmelere, tartışmalara Başbakan’ın Rusya ziyareti de sıkıştı. Dikkat ediyorsanız önümüze gelen bütün gelişmeler, tartışmalar siyasi olduğu kadar ekonomik belirleyiciliği olan tartışmalar... Eğitim ve dershane tartışmalarının da özünde ekonomik tartışmalar olduğunu söylemeye gerek yok sanırım. Türkiye birçok alanda olduğu gibi, eğitimde de ‘eski’ olanı geride bırakmak istiyor. Bu geride bırakma ‘işine’ dershanelerden mi başlamak gerekirdi, işte bu da ayrı bir tartışma konusu ama sanıyorum bu dershane tartışması bana biraz hükümetin önüne itildi gibi geliyor. Sonuçta hükümet kaynaklı olsun ya da dershane tartışmasında olduğu gibi, bu alanda yapılan ön çalışmalardan yola çıkarak bir itiraz alanı ve kampanyası açılması şeklinde olsun, şu sıra Türkiye’de tarafların tartıştığı bütün meseleler yeni dönemin siyasetini de ortaya çıkarıyor. Dikkat ediyorsanız medyada da, tam şu sıralar, yeni bir konsolidasyon oluyor. Anayasa meselesi de böyledir...
Yeni, eskiyle uzlaşarak ortaya çıkmaz...
Bu meclis iş başı yaptığı zaman, meclisin yeni bir Anayasa yapacağı konusunda, sanıyorum demokratik -yeni- Türkiye isteyen herkesin bir umudu vardı. Ama meclisdeki dört partinin eşit nicelikte oluşturduğu Anayasa Komisyonu, önüne 12 Eylül faşizminin Anayasasını alarak çalışmaya başladığı andan itibaren bu işin bir zaman kaybı olacağı bilinmeliydi. Toplumların Anayasa ihtiyacı, aynı zamanda, taze, yeni bir başlangıç yapma ihtiyacıdır. Yeni Anayasa eski ile uzlaşarak yapılmaz, tam aksine onu tasfiye ederek yapılır. Bu tasfiye radikal -silahlı- ani olursa bu devrimdir. Tasfiye süreç içinde, sistemin demokratik mekanizmaları işletilerek bunlarla ilgili reformları yaparak, demokratik kurumları ve süreci ortaya çıkararak yapılırsa bu, köklü siyasal, sosyal ve ekonomik dönüşüme tekabül eder.
Türkiye’de olan bitenin bu ikincisi olduğunu ama bunun çok yavaş -bazen bir adım ileri iki adım geri- ilerlediğini söyleyebiliriz. Bu yavaşlıkta tabii ki siyasal iktidarın payı vardır. Ama eskinin korunması konusunda canı pahasına direnen, geçmişin kanını elinde taşıyan bir muhalefet ve eski devlet geleneği burada asıl sorumludur. Zaten Türkiye, bütün bu süreçte devleti tam olarak demokratik bir dönüşüme uğratamadığı için, siyasal-sosyal gerilimlerde -Gezi’de olduğu gibi- eski devlet geleneği ve refleksi ortaya çıkmakta ve bu da, paradoksal olarak, Türkiye’nin geride bırakmaya çalıştığı vesayetçi-faşist paradigmayı öne çıkarmaktadır. Ancak herşeye rağmen, yukarıda sözünü ettiğimiz ‘sessiz devrimi’ tamamlamak imkanını en çok bu günlerde buluyoruz. Tarihi Diyarbakır buluşması bunun sonucudur. Bunun dışında K.Irak Kürdistan Yönetimi ile yapılan enerji anlaşmaları ve de bu konuda Maliki yönetimiyle uzlaşma sağlanması, İran ve Rusya ile tamir edilen ilişkiler ve bu bağlamda Başbakan’ın Putin ile ortak basın toplantısında söyledikleri önemlidir. Sonuçta Türkiye, Rusya’nın belirleyici rolünü kabul ettiği kadar Rusya’da Türkiye’nin bölgede belirleyiciliğini kabul ediyor. Bu tarihseldir ve ilktir. Bütün bu olanlar bence AK Parti’nin siyasi inisiyatifinde olsa bile, atılan bu tarihi adımlar, yeni Türkiye Devleti’nin ilk adımlarıdır ve herkes bunu bilerek siyasi konumlanmasını yapsın...
Bence, Türkiye’de yarından itibaren gerçek anlamıyla yeni Anayasa süreci başlamıştır. Yeni bir uzlaşma ve başlangıç isteyen bu toplum, eskinin faşist aktörleriyle uzlaşmadan, onları tasfiye ederek demokratik Anayasasını yaparak yola devam edecektir. Bakın bunun işaretleri vardır... İşte bunları yapan neden yeni bir Anayasa yapmasın:
İşte ‘Sessiz Devrim’
Cumhuriyet kurulduğundan bu yana TBMM 6.500 kanunu yasalaştırmış. AK Parti’nin iktidara geldiği 2002 yılına değin çıkan kanun sayısı 4.750... Şu anda 6500 sayılı kanuna ulaşmış bulunuyoruz. Yani son on yılda bütün Cumhuriyet döneminin yarısına yakın kanunu meclis yasalaştırılmış. Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı 2002-2012 arasını kapsayan bütün yasa ve düzenlemeleri ‘Sessiz Devrim’ adıyla kitaplaştırdı. Son on yılda çıkan yaklaşık 1.750 kanun ve çok sayıda düzenlemenin temel başlıkları şöyle: Sivil gözetim ve denetim alanında yapılanlar... Bu alanda mesela EMASYA Protokolü gibi faşist düzenlemelerin kaldırılmasından MGK’nın sivilleştirilmesi, darbecilerin yargılanmasına kadar çok önemli sivilleşme adımları var. İkinci önemli başlık; insan haklarının geliştirilmesi ve korunması... Bu alanda da ölüm cezasının kaldırılmasından azınlıklara ait vakıf mallarının iadesine, işkenceciye sıfır tolerans ve kamu denetçiliği kurumuna değin birçok önemli yasal düzenleme var. Üçüncü başlık yargı reformu; bu alanda da 2010 referandumuyla yapılan köklü değişiklikler malumunuz. Döndüncü alan; kültürel haklar ve eğitimin demokratikleşmesi, ki bu alandaki süreç devam ediyor. Bu alanda kitapta olmayan çok önemli adımlar, Alevi açılımı ve eğitim reformu gibi, önümüzdeki günlerde atılacak. Beşinci alan; sosyo-ekonomik alan... Bu alanda da özellikle sağlık ve ulaştırma ve Doğu illerindeki kalkınma projeleri, GAP yatırımları, KÖYDES-BELDES ve SODES projeleri göze çarpıyor. Kalkınma Ajansları da bu alanda atılan çok önemli bir adım.
Ancak şu gerçeği de söylemek gerekir ki, Türkiye, 2008 yılında GAP Eylem Planı, IMF ile ilişkilerin sona erdirilmesi gibi önemli adımlar dışında, yeni, bütünlüklü bilgi toplumu amaçlı sanayi ve bilgi ekonomisi programını geliştiremedi. 2001’de Kemal Derviş’in IMF patentli ‘Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’ makyajlananarak sürdürüldü. 2012 yılında özellikle Başbakan, buradaki gidişatın Türkiye’nin diğer alanlarda yaptıkları ile örtüşmediğini gördü. Ve Türkiye, bu alanda, 2013 yılına çok önemli düzenlemeler yaparak girdi. Enerji piyasalarında yapılan yasal düzenlemeler, yine enerji alanında yapılan anlaşmalar, Merkez Bankası’nın geleneksel para politikası çerçevesinden çıkarak yeni özgün bir para politikasını istihdamı da gözeterek geliştirmesi çok önemli ve bu alanda devrim niteliğinde gelişmelerdi. Türkiye, bu süreçte Rekabet Kanunu’nu ve buna bağlı olarak Rekabet Kurumu’nu da işletmeye başladı ki bu çok önemlidir.
Anadolu ekonomiyi omuzluyor!
Bu hafta Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, ‘ihracat Anadolu’ya kayıyor. 2002’de ihracatın yüzde 58’ini yapan İstanbul’un payı, 2013’te yüzde 47’ye geriledi. Ankara, Gaziantep, Hatay, Manisa, Karabük, Aydın, Osmaniye gibi illerin payı hızla yükseliyor’ diyordu. Evet, bu bir süreç... Çünkü Türkiye, bütün bu zaman dilimimde, Anadolu’da altyapı ve Organize Sanayi Bölgeleri’yle çok önemli bir çıkış yaptı ve eskiden İstanbul’daki tekelci grupların -ancak- bayisi olan Anadolu taciri, bu on yılda bu bağımlılıktan kurtularak kendi ayakları üstünde durdu ve bugün birçok Anadolu kenti dış ticaret fazlası veren küçük ve orta boy sanayiye ev sahipliği yapıyor.
Evet, bütün bu olanları bence tekrar okuyun yarın yeni Anayasa sürecinin başladığına ikna olacaksınız.