The Times Higher Education dergisi son elli sene içinde kurulmuş 2013’ün en iyi 100 üniversitesini yayınladı.
Bu yüz nispeten yeni üniversite arasında iki tane de Türkiye üniversitesi var.
Bu iki Türkiye üniversitesinin, Koç ve Bilkent üniversiteleri, geçmişleri ise taş çatlaşa yirmi beş sene, Koç daha da yeni.
Bu başarılı ve geçmişleri en fazla elli seneye dayanan üniversitelerin geldikleri nokta üzerinde durmak, iyi düşünmek gerekiyor.
Üniversitelerin geçmişleri, gelenekleri, oluşturdukları kurumlar bu üniversitelerin performansları, kaliteleri için son derece önemlidir, bunu gözardı etmek mümkün değil.
Harvard’ı Harvard yapan çok sayıda faktör arasında muhakkak ki geçmişi, tarihi ve gelenekleri de var.
Ama, şunu unutmayalım ki, geçmişin, geleneklerin doğaları gereği rekabet edilmesi olanaksız etkileri üniversite dünyasında her geçen gün önemini biraz daha azaltıyor.
Köklü üniversitenin avantajları her zaman olacak ama bu avantajlar artık, başka şeyleri çok doğru yaparsanız, nispi önemlerini bir ölçüde de olsa yitiriyorlar.
Gazetelerde de dökümünü görebileceğiniz son elli sene içinde kurulmuş başarılı yüz üniversite içinde George Mason (1972, ABD) gibi, Warwick (1965, İngiltere) gibi çok ama çok başarılı, hatta belirli dallarda okul özelliği kazanmış üniversiteler de var.
George Mason 1972 tarihinde kurulmuş çok yeni bir üniversite ama kuruluş aşamalarında çok akıllı bir iş yapıyor, Virginia Üniversitesi’nden James Buchanan gibi bir dev profesörü (1986 Nobel iktisat ödülü) çekiyor, Buchanan da kendi arkadaşlarını getiriyor ve bu yeni üniversite 90’larda kamusal tercihler (Public Choice) okulunda dünyanın adeta merkezi haline geliyor.
Doğru kararlar, doğru tercihler, iyi profesörler, vizyoner yöneticiler çok yeni üniversiteleri bile dünya ligine çok kısa sürede sokabiliyorlar.
Bu sürece bilgi çağının, teknolojik gelişmelerin de çok büyük katkısı olduğu kaçınılmaz.
Çok makul paralara dünyanın bütün bilgisine abone olabiliyorsunuz, çok özel bir-iki araştırma dalı dışında çok köklü kütüphanelere artık gereksiniminiz belirgin bir biçimde azalıyor.
Çok özel elyazmalarına ve benzeri yeniden üretilmesi olanaksız kaynağa dayalı değilse araştırmanız, eski üniversitelerin eski kütüphanelerinin önemi nispi olarak azalıyor.
Araştırmanın olmaz ise olmazı diye kabul edilen akran (peer), meslektaş alış verişi, ilişkisi, görüş teattisi artık sanal ortamlardan da oluyor, yan yana bürolarda çalışmak artık en azından eskisi kadar belirleyici değil.
Peki belirleyici olan, yeni bir üniversiteyi, mesela 1970’lerde kurulmuş bir üniversiteyi birinci lige taşıyan faktörler neler?
Herşeyden önce yöneticilerinin vizyonu, dünyayı yakından ve iyi izlemeleri, süreçleri iyi bilmeleri ve biraz da şans.
Şans faktörü de önemli zira yakın geleceğe yönelik öngörülerin tutması biraz da bu öngörüleri yapanların kısmetine bağlı; gelecek öyle tesadüfi faktörlere bağlı ki, bir yöneticinin yakın geleceğe yönelik öngörülerinin tutması, bu öngörüler ne kadar sağlam sezgilerle yapılırsa yapılsın, garanti değil.
Ancak, yine de, şunu unutmayalım, kötü yöneticinin hiç şansı yok, iyi yöneticinin, yani sağlam sezgilerle eyleme geçen yöneticinin yanılma riski de, büyük başarı riski de var.
Hangi dalların, hangi araştırma konularının, hangi genç öğretim üyelerinin, hangi “issue’ların (Türkçesi ?)” on sene, on beş sene içinde öne çıkacağını öngörmek çok önemli ama risk de az değil.
Yazımı bizim dilimizde “issue” kelimesinin, kavramının tam karşılığının ol(a)maması ile noktalamak istiyorum; bu kavramın dilinizde karşılığının olmaması kanımca üniversitelerin eskiliklerinden de, yeniliklerinden de önemli.
Anadilinizde “issue” kelimesinin karşılığı yok ise bu anadilde tez yazmak hiç de kolay değildir.