Hani hikayede bir ülkenin adı geçiyor da, ben isimsiz aktarayım.
Bir ülkede hakim, gece yarısı bir parkın içinden geçen bir genç kızı korkutmak suçu ile karşısına gelen adama “7 yıl 7 gün hapis cezası verir.
Şaşıran gazeteciler sorarlar; “Adam kıza elini bile süremedi, kaçan kızın çığlıklarına yetişenler de adamı yakaladılar. Bu 7 yıl 7 gün ceza biraz fazla değil mi?
Hakimin yanıtı hayli ilginçtir.
“Genç kızı korkutmanın cezası 7 gündür. 7 yıl bu ülkenin kızlarının gece yarısı parkta dolaşma özgürlüklerine saldırmanın cezasıdır.”
***
Sokakta önümde yürüyen bir hanımefendi olduğunda istemsiz olarak ya yavaşladığımı, ya da karşı kaldırıma geçtiğimi fark ettim.
Çünkü biliyorum ki korkacak. Korkar, korkutuyorlar.
Bizim hukuk sistemimizde tecavüze yeltenip amacını gerçekleştiremeyenin bile cezasında indirim uygulanıyor.
Oysa düşünelim, bir tecavüz vakası ile tecavüze yeltenmenin, hatta daha da geriye gidelim laf atmanın ne farkı var?
HİÇ…
Hesap basit aslında, laf atma tacizin bir aşamasıdır, taciz tecavüzün bir aşamasıdır.
Suçu işlenmeden engellemenin tek yolu da, her suçun başlangıç adımını keşfetmek ve daha ilk adımda ağır cezalarla caydırmaktır.
Suçun işlenip bitmesini, tamamiyle sonuçlanmasını bekliyor, sonra ceza sürecini başlatıp birkaç yıla yaymak suretiyle de çözmeye çalışıyoruz.
İnsan düşünmeden edemiyor, bizim memleketimizin masum insanlarının özgürlüklerine saldırının cezası ne zaman olacak?
Sistemin suçlulara zaman kazandırmayı bırakıp mağdurları da vazgeçirip lanet edecek ve Allah’a havale edecek aşamaya gelmesinin faturasını kim ödeyecek?
Ne bir dernekte, ne bir vakıfta, ne öğrenci evinde, ne mülteci kampında, ne bir ofiste, ne de okulda. İstismar edene göz yumarsak, haberleri zap yaparsak vebalinin altında hep birlikte kalırız, uyarmadı demeyin...
HİÇ Mİ YOK?
Bazı milletlerin bazı kavramlara kafası basmaz.
Mesela birçok Avrupa ülkesinde 52 Euro ödemeniz gerektiğinde bir adet 100 Euroluk kağıt para verip üstüne de 2 tane 1 Euro verdiğinizde yüzünüze garip garip bakar.
Oysa bu esnaf numarasını biz 8 yaşımızdan itibaren yapmaya başlarız. Üstelik bunun bir eğitimi filan da yoktur, genetik bile olabilir…
Keza biz de millet olarak “Yok” cevabını anlayamıyoruz.
Zaten bu yüzden “Hiç mi yok?” sorusu çevirmenlerin en çok zorlandığı sorulardandır. Başka bir dile çevrilemez zira.
Zoru başarmak, imkansızı denemek bir anlamda milli sporumuz. Hepsi bu gibi sorular, sorgulamalar sayesinde.
Mesela bu gibi sorulardan biri de “Neden olmasın?”
Karşısındaki en gergin, en endişeli, en tedirgin adamı bile yumuşatacak çok sihirli bir cümledir.
Belki de bizim kendi gerçekliğimizle, coğrafi durumumuzla, bölgemizle, kendi mevcut durumumuzla bir yüzleşmemiz gerekiyor olabilir.
Belki de “Google’a Türk rakip”, “Facebook’u devirecek Türk” gibi cümlelerdeki gizli-gizemli komplekslerimizden kurtulmamız gerekiyordur.
Belki de başarmak için kendi formüllerimizi geliştirmemiz gerekiyordur. Kendi model yönetimimizi, kendi hukukumuzu, kendi kurumlarımızı oluşturmamız gerekiyordur.
Değil mi?
Neden olmasın?...
***
14 Mayıs Cumartesi akşamı Şanlıurfa’dayız.
Genç BİRLİK Genel Başkanı Ahmet Öznaneci, Genç MEMUR-SEN Başkanı Eyüp Beyhan, ve Karaköprü’nün genç Belediye Başkanı Metin Baydilli ile Şanlıurfa’lı 600 civarı genç ile buluşuyoruz.
Afiş aşağıda, gelmek isteyenleri bekleriz.