Gazze'de yedi evladını kaybeden annenin hıçkırıklarına avuç açarken yazılmıştır.
Ben büyüttüm zamanı alevi ben büyüttüm
Besledim gülüşleri hiç kimsesiz yüzümle
Bir makasla kestiğim ağaç sayfalarını
Ölüm adlı sürüden bir ağıt çobanını
Çağırıp bir kitaba okuttum o son cüzü
Hiç gösteren aynada unuttular mı bizi
Ellerim yalınayak gözüm paslı bir sandık
Kirpiklerim tel örgü cüssem yalnız barikat
Değil midir eceli, yalanın tek hakikat
Gerdanımdan aldınız yedisi eksik kolyem
Kanlı iplikler urgan, zanlı düğümler yorgan
Örtün omuzlarına üşümesin sandalyem
Büyük hesap gününde ceylanda niyaz yorgun
Bitkin bütün bedenim kırlangıçlarım kayıp
Yedi rüya bıraktım ayrı ayrı döşekte,
Yedi acıyla hüznüm ayrı ayrı nöbette.
.....
Efendiler, bizi unuttunuz! Arabalarınızın anahtarlarını, cep telefonlarınızı, kol düğmelerinizi değil bizi unuttunuz!
Sizi, doların yükselişi ve insanlığın alçalışı kadar telaşlandırmadı bu ölüm.
Günler öncesinden beklediğiniz dizinizi izlemek için haftalar öncesinden katledilip kaldırımlarda çürüyen bedenlerimizi unuttunuz!
Size benim ne kadar öldüğümü değil, bana sizin ne kadar suskun olduğunuzu gösterdiler.
Siz, kahvenizi nasıl içtiğinizi unutan işçilerinize kızarken, kaç kurşunla nasıl öldüğümü unuttunuz! Fosfor bombaları size kırgın olan kalbimi de öldürmek üzere.
Ayağa kalktığınızı biliyorum ama bizim için değil, sevdiğiniz futbolcuları ve oyuncuları görmek için.
Hesap lütfen diye bağırdığınızı biliyorum ama zalimlere değil, kürdan eskittiğiniz lüks masaların garsonlarına.
Üzülüyorsunuz biliyorum ama bedenlerimize kaç kurşunun girdiğine değil, büyük protokoller için sakladığınız elbiselere giremeyen bedenlerinize. Ne büyük gam, ne büyük keder!
Bu zalimler beni değil, Mescid-i Aksâ'da secdeye gidecek olan bin başı vurdular.
Biliyorum ki siz sıklaştırıyorsunuz evet ama safları değil dünya ile muhabbeti. Biliyorum ki dolduruyorsunuz evet ama kardeşinizin yerini değil, pazar bulmacalarını ve riyanın boşluklarını.
Biliyorum ki, toplanıyorsunuz evet ama biz mazlumlar için değil, bizim kaç ölü yaptığımız konuşulurken sizin bulutlara bakarak ağzı açık uyuduğunuzu görmesinler diye gevşekliğinize çeki düzen veriyorsunuz.
Tavana bakıp, esvaplarınızın ucuyla gözlük camlarınızı silerek not aldıklarınız arasında, uyandığınızda unuttuğunuz eksilmiş kardeşlerimizin isimleri var. İşte biri daha.
Kayıtlara geçerken bir Filistinli... Ailesi için bir cenaze işlemi... Ümmet için sukut... Beni sessizliğiniz defalarca kefenlemiştir ama sizden daha fazla haykıran toprağa ilk defa gireceğim.
Bana şans dile ey unutan!
Sizden dilendiğimiz 'birlik olmaktı' ama beyhude. Siz size bizi unutturan zalimleri sevdiniz. Birbirinize 'iyi şanslar' dilerken, bir köpeğin bedenlerimiz üstünde şansını kurşun kurşun denediğini görmüyorsunuz.
Bize şans dile, ey rehavetin, ey sefaletin sahibi! Ey mazlum kardeşinin ahından başka mülkü olmayan! Ey benim sesime sağır! Şehadetin hafiflettiği bedenlerimizden kalan o büyük vebale isabet ol!
İşte bu yüzden etkileniyorsunuz evet ama eksilmemizden değil, bizleri son dakika haberi olarak sunan sunucunun neon yeşili ceketinden!
Bu zulmün içinden nasıl çıkacağımızı değil, bir 'selfie'lik pozlarda nasıl çıktığınızı konuşuyorsunuz!
Biz, bulduğumuz şehadete sarılıp umduğumuz cennete gidiyoruz.
Bizim bundan sonra eve dönüşümüz olmasa da gidecek bir cennetimiz var. Bizi belki zaferlerle gömecekler lakin zalimleri çaldıkları topraklarımız bile örtmeyecek.
Kendi vatanının yanağından böyle sessiz bir gözyaşı gibi süzülerek gidenin adıdır Müslüman.
Bir kardeşi kelime-i şehadetin içinde çağlarken, diğer kardeşi kelime-i rehavet içinde susturan neydi?