Melike alıcı kuşlar gibi şahbaz bir kızdı. Bir bakmışsın avluyu yıkamış, bir bakmışsın bulgur aşını ocağa koymuş, ocağın altına bir kucak odun vurmuş, Sonra misafirler için daldan dut çırpmış, salata için maydanoz toplarken, akşam olunca salyangozlar dolaşmasın diye bahçenin su değen kuytularını tuzlamış, bunları yaparken sanırsın ki kanatları vardır yürümez koşmaz da pır pır eder uçar.
Melike’yi soranlara “öldü” diyorlardı. İnsan Allah’tan korkar Melike gibi kıza “öldü” demek ne kolay...Hayır sadece saçının örgüsüne, gözünün sürmesine değil huyuna hasta olurdun Melike’yi tanısan.
Melike’nin hatası “seviyorum” diyene kanmasıdır. Almanya’dan teyzesi geliyor yanında dalyan gibi boyuyla Ferdi var. Babası Ferdi Tayfur hastasıymış da adını öyle koymuş. Çocukta boy var ama akıl yokmuş meğer.
Melike alıcı kuşlar gibi şahbaz bir kızdı. Bir bakmışsın avluyu yıkamış, bir bakmışsın bulgur aşını ocağa koymuş, ocağın altına bir kucak odun vurmuş, Sonra misafirler için daldan dut çırpmış, salata için maydanoz toplarken, akşam olunca salyangozlar dolaşmasın diye bahçenin su değen kuytularını tuzlamış, bunları yaparken sanırsın ki kanatları vardır yürümez koşmaz da pır pır eder uçar.
Melike’nin anası ki dağ gibi kadındı. Hayır cesametiyle değil duruşu ile tavrı ile başı dumanlı bir dağ idi. Sırtını versen yıkılmaz bir anaydı. Melike’nin babası ise para deyince şirazesi dağılan bir adamdı. Zaten o para uğruna değil midir Melike’nin başına gelenler? Melike’yi o yaz hemen nişan hemen düğün edip aldılar götürdüler.
Melike gelin olacağı günün sabahında da ocağın altına vuracağı bağ çubuklarını nacak ile çitir çitir ezmiş, mahallenin eniği cücüğü bahçeye doluşup da nane soğanları ezmesin diye bahçenin kapısını kilitlemiştir. Düşün belki bir saat sonra gelinlik giyip oturacak ama o bu kadar şahbaz bu kadar gayretliydi. Gelin olduğunda avuçlarına kına yakan kadın diyor ki garibin avuç içi inşaat ustalarının ki gibi hışır hışır ediyordu.
Melike öyle çalışkan öyle akıllı öyle sevimliydi ki mahallede en az beş, tüm kasabada on beş taliplisi vardı. Ama babası olacak fikirsiz herif mark hesabı yapıp bir yaz tatilinde boyu uzun Ferdi’ye vermişti kızı.
Melike uçağa ilk kez binmiş ama hiç yadırgamamış intibak hızı çok iyiydi Melike’nin. Kedi gibi seyrederek öğrenen bir kız olduğundan uçağa binenler nasıl yapıyorsa o da öyle yaparak kırk yıllık Almancılar gibi olmuştu. Onun şaşırmasını bekleyen kocası Ferdi onu hiç bir zaman şaşırtamayacağını uçaktayken anlamıştı. Ferdi’nin yarım aklıyla anladığını kaynanası kayınbabası hiç anlamadılar ve Melike’ye akıllar vermeye kalktılar. Melike’ye akıl vermek olmaz huzur vereceksin sonra geri duracaksın.
Melike’nin eyvallahsız hali en çok kaynanasının canını sıkıyordu. Yemek tarif edecek oluyor Melike biliyor. Markete gidecek oluyorlar Melike onlardan evvel rafları turlamış oluyor çoktan. Ve Melike’nin bu bilmiş halleri kaynanasına dert oldu. Kaynana oğlu Ferdi’yi zehirledi. Ferdi eliyle şiddet başladı. Ferdi kırılası elleriyle Melike’ye vurmaya başladı. O evin odalarının dili olsa da Melike Alman memleketinde nasıl göz yaşı dökmüştür anlatsa. O zamanlar cep telefonu falan da yok. Melike kendi ağlıyor kendi dinliyor. Artık eve de kilitlemişler dışarı çıkıp da kendini polis istasyonuna atamıyor. Melike ne kadar kıvrandı ne kadar acı çekti her ayrıntısını verip de pazar pazar keyfinizi kaçırmayalım da şu kadarını söyleyelim ki zaten çubuk kadar olan Melike erimiş de erimiş. Ferdi ise anasının ağzına bakıyor Melike’ye eziyet ediyor ki nasıl...?
O günlerde Melike nasıl ediyorsa camı açık bulup camdan aşağıya kağıtlar yazıp atıyor. Melike diyor ki rüzgâra düşman olunur mu? Ben olduydum. Benim yazıp attığım notları rüzgâr önüne katıyor, alıp uçuruyor, umutlarımı yele veriyorum say. Rüzgârın adı da Ferdi mi acep diye düşünüyordum.
Rüzgâr inatçı ama Melike de az keçi değil. Notları yaza yaza sonunda yaşı altmışa yakın bir vatandaş kağıdı alıyor cebine koyuyor. Melike diyor ki adam kağıda baktı baktı bir şey anlamadı herhalde kafa sallayıp cebine attı kağıdı.
Kağıdı alan vatandaş da bir gurbetçimizdir. Adam pamuk şekeri gibi biridir. Adı Yaşar eski pehlivanlardan Yaşar Doğu’nun hatrına koyulmuştur ismi. Yaşar Efendi torun tosun hep beraber bir evde yaşıyorlar. Para sıkıntı olmaktan çıkalı çok olmuş. Yaşar Efendi emekli oldu olacak kıvama gelmiş. Cebine attığı kağıdı unutuyor bir zaman da öyle geçiyor. Bu arada Melike hâlâ zulüm altındadır.
Yaşar Efendi’nin cebini boşaltıp ceketini yıkayacak olan hanımı Elif Yenge kağıdı görüyor. Kağıtta yazan ‘Beni kurtarın ne olur’ ifadesine şaşırıyor. Yaşar Efendi’ye soruyor ve kağıdın peşine düşüyorlar. Kağıdı aldığı yerde sağa sola bakınıyor. O sırada Melike camdan onları görüyor ama korkudan ses edemiyor. Melike diyor ki yukarı baksınlar diye ettiğim duaların haddi hududu yoktu Ve duaların edildiği yerden bir kapı açılmış gibi Yaşar Efendi ile hanımı yukarıya bakıyorlar. Melike’nin el ettiğini görüyorlar. Ve normalde mülayim bir adam olan Yaşar Efendi bir alıcı kuş oluyor hemen müdahale ediyor. Polis çağırıyorlar. Almanya’da devletin yüzü polistir. Polis Melike’ye soruyor Yaşar Efendi tercüman oluyor. Melike günlerdir süren eziyetten kurtulmanın heyecanı ile ve bilinmez kaç gündür aç olan midesinin boşluğuna daha fazla dayanamıyor oracığa bayılıyor.
Gözlerini açtığında duvarında Menderes ve Özal resmi olan, Türk bayrağı asılı bir odada buluyor kendini. Kapıyı açınca torun tombalak kırk tane çocuk, üçer beşer kızlar, göbekli damatlar ile kalabalık bir aile içinde buluyor kendini. Yaşar Efendi kefil olmuş almış getirmiş Melike’yi. Önce karnını doyuruyorlar, karnı doyunca gözlerinin önü ışıyan Melike’nin aklına annesini aramak geliyor. Telefonu açınca annesinin alo deyişi ile sanki serin sular serpiliyor gönlündeki ateşe. Annesine olanı biteni anlatıyor. Ağlaşıyorlar ana kız. Annesi telefonu kapatırken diyor ki oranın telefonunu bana söyle. Telefonu alıyor, kapatıyorlar. Aradan geçiyor bir hafta o sırada ifade vermeye falan yine polisin kapısını aşındırıyorlar. O bir haftanın sonunda bir sabah erkenden telefon çalıyor. Telefonu açan Melike’nin dağ gibi görkemli anası. Kadıncağız kocasından yani Melike’nin hayırsız babasından gizli olarak aramış. Melike’ye diyor ki “Kızım buraya sakın dönme. Almanya’da içtiğin zehir yetmezmiş gibi baban da sana ne ağular hazırlıyor. Dayak faslını geçtim seni evlat defterinden silecekmiş. Almanya’ya sıkı sarıl burayı unut kızım” diyor.
Melike telefonu kapatıyor. Ne yapacağını bilemez halde odasında ağlıyor bir zaman. O sırada evde bulunan çocuklar odaya doluşuyorlar. “Melike abla bak” diyerek ellerindeki oyuncakları gösteriyorlar. O esnada çocuklardan saçları masal kızları gibi uzun olan Halime’yi görüyor Melike. Kızın saçları öyle gür ki yavrunun gözünü örtüyorlar. Melike kızın saçını topluyor, örüyor. Bunu gören diğer kızlar da istiyorlar. Kızların saçını evdeki büyüklerin yattığı bir zamanda erinmeden üşenmeden örüyor Melike. Erkeklerin saçlarına da limon sıkıyor onları da tarıyor. Çocuklar mutlu, anaların yanına dağılıyorlar. Saçları örülü, taranmış gören analar bir bir Melike’nin yanına doluşuyorlar. “Kız aferin sana, var mı berberlik sende” diyorlar. Yok canım falan diyor Melike. Laf orada kapanacakken kahvaltı sofrası kuruluyor. Dede Yaşar Efendi Almanya’da da olsa yere kurdurduğu sofrada bağdaş kurup oturup Melike’yi süzülmüş görünce “Ne oldu” diyor. Melike annesinden gelen telefonu anlatıyor. Yaşar Efendi derin düşünceye dalıyor. Aklından bir muhasebeye oturuyor. Ama bir çözüm bulamıyor. Bu arada torunları inci gibi dizilmiş halde gelip dedesinin yanına yöresine dağılıp oturuyorlar. “Dede Dede Melike Abla bize kuaför oldu.” diyorlar. Dedesi onları öpüyor okşuyorken aklına bir iş geliyor. “Kızım Melike kuaför olsana sen” diyor. Evdeki herkes de bu lafı bekler gibi evet ya diyerek etrafına doluşuyorlar. Hemen Türklerin işlettiği salonlara haber salınıyor. Oturum izni falan sıkıntılı olduğu için çok göz önünde olmadan çalışmaya başlıyor Melike. Ama nasıl çalışmak. Melike diyor ki “O zamanlar o kadar korkuyordum ki tekrar Türkiye’ye giderim de baba zulmüne uğrarım diye. O kuaförde aç kediler gibi oldum her ustayı seyrede seyrede kuaför Melike oldum. Almancamı da ilerlettim. Yaşar Efendi’nin kalabalık ailesi bana essah bir yuva oldu. Arada bir rüyama Ferdi ve anası girerdi bağırarak uyanırdım. O gecelerde Elif Yenge kendi anam gibi bağrına bastı beni...”
Hikayenin bundan sonrasında bir düğün var. Melike ile Yaşar Efendi’nin en küçük oğlunun düğünüdür. Sonrasında Melike’nin adına açılmış güzellik salonu ve Almanya’da doğmuş büyümüş üç çocuk var. Çocukların biri erkek ikisi kız. Kızlardan büyüğün adı Melike’nin kendi anasın adı yani Sevim. Diğer kızın adı Elif yani Yaşar Efendi’nin hanımının adı. Oğlunun adı ise Yaşar...
Biz ne dedik, merhum pehlivan Yaşar Doğu’nun adına hürmeten Yaşar konulmuş Yaşar Efendi’nin adı. Şimdi söyleyin bakalım Melike’yi kurtaran Yaşar Efendi adını aldığı pehlivanın şanına yaraşır bir iş yapıp bir aferini hak etmemiş midir?