Terör yaygınlaştıkça, kitleselleştikçe, toplum kimyası da ciddi değişim geçiriyor. Adeta toplumun kılcal damarlarına kadar uzanan bir öfke kabarması yaşanıyor.
Ankara’da tamamen sivil alanı hedef alan, anne karnındaki bebekleri bile vuran, Türkiye’nin hemen her yerinden kurban alan vahşet, bugüne kadar olandan çok farklı toplumsal infiali beraberinde getirdi.
Artık futbol sahalarında teröre isyanı dile getiren afişleri yadırgamıyoruz. Bir defilede bile, teröre isyan seslendiriliyor. Sokaklarda büyük kitlelerin seslendirdiği İstiklal Marşı ve Bayrak coşkusu yaşanıyor.
Ayrıca terörle nerede karşı karşıya kalınacağı kaygısı, bütün sivil alanı endişe kaynağı haline getiriyor.
Bunun yanında Doğu - Güneydoğu illerinde - ilçelerinde yaşanan bir başka travma var.
Terör ve terörle mücadele...
Şöyle düşünelim, Sur ilçesi İstanbul’un ya da Ankara’nın merkez ilçelerinden birisi olsaydı... Bunu düşünmek bile istemeyiz değil mi?
Ankara vahşeti kadar yüreğimizi zonklatmıyor belki, ama mesele “terör” ise, orada onun bütün bir ili, ilçeyi boğan, çoluk - çocuk bütün bir halkı silen çeşidi devrede.
Bu boyutta bir terörle yine o boyutta mücadele vermek gerekince de, ortada ne şehir kalıyor, ne hayat...
İşte evinden, önce çoluğunu- çocuğunu, ardından birkaç parça eşyasını alıp çıkan onbinler, yüzbinler... Artık bir daha oraya dönüp dönemeyeceğini, döndüğünde evinin yerinde ne bulacağını bilmeyen kitleler.
Türkiye bu iç göç olayını, önce köy boşaltmalarında yaşamış. Bilinir ki şu terör, o göçlerin fideliğinde oluşmuş.
Şimdiki göçlerden nasıl bir ürün ortaya çıkacak? Şimdi yollara düşen çocukların dünyasında nasıl bir fırtına esmekte kimbilir?
Hadi, sokaklara el koyan, şehirleri mühimmat deposu haline getiren militanların yakınlarının duygu dünyasını heseba katmayalım. Teröre yatırım yapan bedelini öder! Annelere babalara da çocuklarına hakim olamama yüzünden bağırlarına taş basmak düşer.
Bir de terörle mücade için seferber edilen askerler, polisler, özel harekat birlikleri, korucular var. Şehitler var. Şu geçen birkaç ay içinde onların sayısı da yüzleri buldu. Artık herhangi bir haber saatini bayraklara sarılmış şehit tabutları olmadan, onlara sarılmış anne, baba, eş, evlat görüntüleri bulunmadan geçemiyoruz.
Orada duygular ne durumda?
Yüksekova’da önceki gece başlayan sokağa çıkma yasağına mehter marşları eşlik etti. Terörle mücadelenin psikolojik boyutu olmalı bu. Daha önce de Sur sokaklarında temizlenen evlerin önünde güvenlik güçlerimizin zafer görüntüleri vardı.
Şehitlik duygusu bugüne kadar hiçbir güvenlik harekatında olmadığı kadar etkiliyor bölgede görev yapan askerlerimizi, polislerimizi... Çok belli ki bu operasyonlar, herhangi bir katili, suçluyu takip etmenin çok ötesinde bir anlam kazanmış durumda.
Onun için devlet adına konuşmalarda da “Vatanımızı böldürmeyeceğiz, bu topraklar üzerinde ameliyat yapılmasına izin vermeyeceğiz, bize diz çöktüremeyecekler, biz onlara diz çöktüreceğiz” tarzında vatan - bayrak sevdası dile getiriliyor.
Bunların tamamı, yaşadığımız duygu ikliminin yansımaları.
Bu duygu atmosferinin toplumsal katmanları, mümkün olan en geniş ölçekte buluşturmasına ihtiyaç var.
Çünkü terör, siyasi hesabında farklı bir hamaset ikliminde farklı bir toplum kesimini avucuna almayı hedefliyor. Vatan duygusunda,bayrak duygusunda bir ayrışmaya oynuyor. Terörün oyun alanı Kürt vatandaşlarımız.
Şükür ki, çıldırdılar ve tarihi hatalar yaptılar. Sade Kürt vatandaşını kendi cehennemlerinin içine çekmeye çalıştılar. Ve o halk, o tuzağa düşmedi. Orada devletin hassasiyeti ve güvenlik kadrolarının basireti örgütle halkın ayrılmasının zeminini hazırladı.
Şehit aileleri başta olmak üzere, evinden ocağından çıkıp göç etmek zorunda kalan aileler başta olmak üzere tüm toplum, doğudan batıya rehabilitasyon ihtiyacı hissediyor.
Bugün bunu bütün boyutlarıyla görme ve gereğini yapma zarureti var.