Televizyon ekranları hayatımızın birer aynası ise topluca intihar etme zamanımız geldi de geçiyor! Yeni kuşak yarışma programları kısa süreli cinnet nöbetlerini andırıyor. İki gündür internette girdiğim birçok haber portalından karşıma içi yılanla dolu bir havuza sokulup çıkarılırken şarkı söyleyen ve çığlık atan bir kadın hakkında haberler çıkıyor! İzlemeyi bile içim kaldırmayacağı için videolara tıklamadım elbette, ama fotoğraf gördüm.
O zavallı hayvanlara bu amaçla eziyet etmeye hakkımız var mı? Vahşi hayvanları zorla evcil hayvan gibi besleyenlere ve onların üretimine ve satışına neden, nasıl izin verilir hala anlamıyorum, bu bir. Bir de tut onları bir televizyon stüdyosuna getir. Yılan sürü halinde yaşayan bir canlı değil, bakalım memnun mu bir havuza başka türdeşleriyle birlikte tıkılmaktan. Belki korkuyor, belki istemiyor? Ya zavallı hayvanların üstüne ne olduklarını bile anlamadıkları koca bir şeyin indirilip durmasına ne demeli? Kimbilir ne kadar korkmuş, tedirgin olmuşlardır. Oyuncak mı bunlar? Hepimiz gibi yaşayan canlılar!
Yine bir akşam kanallar arası zaplarken insanların yanlış cevap verince ya da tümden kaybedince sahne altına düşürüldüğü bir tuzak bulunan bir yarışma gördüm! “Bir yerlerini kıracaklar, deli mi bunlar” diye geçirdim aklımdan. Yine iki gündür bir kadın yarışmacının ayağını kırdığı haberine rastlıyorum. Bunun da asparagası olmaz herhalde, kırmadıysa da incitmiştir ayağını... Az şey mi?
***
Benim kalın kafam doksanlı yıllarda (yoksa hala var mı?) ilk önce Fransa’da izlediğim sonra Türkiye’de hafifletilmiş versiyonu yapılan bir “görücülük” programını almamıştı. Adını araştırmaya gerek görmüyorum çünkü artık ortalık aleni çöpçatanlık programlarından geçilmiyor. Kafamın kalınlığı iki binli yıllarda da incelmemişti Biri Bizi Gözetliyor salgını başladığında... Birilerinin yemek yapıp evinde diğer yarışmacıları ağırladığı bir programı izledim birkaç kere: Neresinden tutarsanız tutun bildiğiniz görgüsüzlük ve dedikoduculuk o kameranın önünde yapılan konuşmalar! Bildiğiniz “ayıp”!
Survivor misali ıssız adada sağ kalma fantezilerine hiç inanmadığım için onları cinnetten saymıyorum. Robenson Crusoe’yi her çocuk gibi merakla ve ibretle okumuşumdur ama her dakikası kayıt altındaki insanların yaz kampı kıvamında bir yarışma çıkardıklarını düşünüyorum o yüzden, orada cinnete değil illüzyona bakarım. Yine de kas ağrısı çekmeye değecek ne var ki bir kısım kişi yarışıyor bir kısmı da ağzı açık onları izliyor? “Homo Ludens”i okumamış değilim, insanın “oyun oynayan hayvan” halini anlamıyor değilim. Ama spor, dans, akrobasi, satranç vs. değil sözünü ettiklerimiz!
Bu tür yarışma formatlarını bulanlar ve pazarlayanlar küfeyle para kazanıyor. Reklamveren de haklı: Milyonlarca kişi şu veya bu nedenle onları izliyorsa ürününün reklamını kavga eden gelinlerle kaynanaların arasında yapar...
Nedir bir insanı ciddi fiziksel zarar görebileceği koşullarda “yarışmaya” iten motivasyon? Nedir bir insanı hayatının mahrem köşelerini milyonların karşısında teşhir ettiren itki? Bir şekilde tanınmak ya da şöhret tazelemek için kendini olmadık hallere ve kılıklara sokup rezil etmeler nedir? Andy Warhol şöhret hırsının bu dereceye varacağını tahmin etmemiştir, herhalde... Yoksulluktan ve işsizlikten bunalıp da son çare olarak kendini ekrana atanları anlardım, ama bakıyorum da yılanlı, tuzaklı, taklitli yarışmalar dünyanın her yerinde lümpen eğlencesi. Evet, herkesin bir tür “kaçış”a, deşarj olmaya ihtiyacı var ama başka canlılara, başka insanlara ve kendine zarar verecek dereceye varmasalar da olur kısacık bir şöhret ve bir miktar para uğruna!