Ateş düştüğü yeri yakıyor.
Elbette hepimiz üzüldük, kahrolduk ama ailesi sevdiceği paramparça oldu. Ümraniye'deki silahlı saldırıda şehit olan Polis Şeyda Yılmaz'ın ardından kendisi de polis olan eşi Semih Yılmaz'ın paylaştığı fotoğraf ve satırlara bakınca vatan uğruna hangi ocaklarda hangi ateşler yanıyor diye düşündüm. Önce hayat arkadaşını, sevdasını yitiren Semih Yılmaz'ın mesajını paylaşmak istiyorum.
"Bizim sevdamız vatan uğruna yarım kalan sevdalardan oldu. Şehadetin kutlu olsun canım sevgilim, sen benim bu dünyadaki en büyük hasretliğimsin, seni daima sevdim ve ömrümün sonuna kadar sevmeye devam edeceğim dünyalar güzeli eşim benim"
Genç çiftin düğün fotoğraflarına baktığınızda birbirlerine karşı nasıl bir aşk, sevgi ve tutkuyla bağlı olduklarını siz de hissediyorsunuz zaten. Şehidimize dair tartışmalarda dahi sağ duyuyu kaybettik. DEM'liler polis katili kendi zihniyetlerine yakın olduğu için çöp poşetiyle gözaltı işlemi yapılmasına tepki gösterdi. SÖZCÜ TV o polislere soruşturma açıldı diye algı operasyonlarına girişti. CHP Milletvekili Ali Mahir Başarır daha dün cezaevindeki mahkumların erken salınması için infaz indirimi çalışması isteyen kendisi değilmiş gibi, "Ülke Teksas'a döndü" diye eleştiri çabası içine girdi.
Şunu net olarak söylemek isterim.
Son dönemde toplumda özellikle de sosyal medya üzerinden yapanın yanına kar kalıyor algısı oluşturuluyor. Bazı dosyalar seçilip bunlar üzerinden kışkırtma çabası içine giriliyor. Ancak bunun dışında da özellikle suçu bir yaşam biçimi haline getirenlere karşı daha sert önlemler alınması gerekiyor. 24 yayınına katılan Avukat Kamil Ekinci, 4 yıla kadar hapis cezası alanların cezaevinde en fazla 3 gün kaldığını söyleyince infaz yasası, Türk Ceza Kanunu üzerine çok sağlam bir çalışmaya ihtiyaç olduğunu düşündüm.
Toplumdaki "polis yakalıyor, savcı hakim bırakıyor" algısını güçlendirmek için zaten sistemli bir saldırı varken, bu zihniyetin elindeki tüm kozları almalı, adalete güveni güçlü şekilde tesis etmeliyiz. Ve net olarak söylemek gerekirse suçu yaşam biçimi haline getirenler bırakın 26 suç kaydını, daha üçüncü dördüncü suçundan sonra ömrünün cezaevinde geçeceğini bilmeli. Aksi durumda suç makinası diye medyada aşağıladığımızı düşündüğümüz bu insanlar bu sıfatları bir rütbe gibi görüyor. İçinde yaşadıkları mahallede ne kadar suçlu, sabıkalıysa o kadar itibar görür hale geliyor... İnsanız hepimiz hatalar yapabiliriz, yapıyoruz. Ancak polisten, devletten, hapisten korkmayan bir kitlenin oluşmasına asla izin vermemeliyiz. Devlet gerektiğinde kadife eldivenin içindeki demir yumruğunu bu tip oluşumlara karşı daha güçlü kullanmalı.
"Yarım kalan sevdalar"ın değil cezaevine giren suçluların haberleri gündem olmalı... Namusuyla çalışıp, kazanıp, vergisini ödeyen Milletin beklentisi budur...
"NETANYAHU TUTUKLANMALI"
Konuyu uzun uzadıya yazmak mümkün ama çok vaktinizi almak istemiyorum. Daha düne kadar Gazze'deki katliamı konuşuyorduk. Şimdi Lübnan'daki katliamı konuşuyoruz. "Naziyahu" kafasının dur durağı yok. Batı Şeria'da, Gazze'de katliamlar yapıyordu. Şimdi Lübnan'da bu katliamlara devam ediyor. Canı sıkıldıkça Suriye'yi bombalıyor. İran'da suikastlara imza atıyor. Şimdilerde herkes "sıra kimde?" sorusunu soruyor. Bu süreçte Cumhurbaşkanı Erdoğan, çok kritik bir görüşme yaptı. ABD'deki Türkevi'nde Uluslararası Ceza Mahkemesi Başsavcısı Khan ile bir araya geldi. Ve aslında okumak isteyene bu poz, bölgede akan kanın durdurulması için köprüden önceki son çıkışı işaret ediyor. Zira Başsavcı Khan, Netanyahu için tutuklama talep etti.
ABD'nin tehditleri sebebiyle işlemi bir türlü karara bağlamayan hakimlere ikinci kez süreci hızlandırmaları için başvuruda bulundu.
Eğer "Naziyahu" zihniyeti ile hukuk yoluyla bir önlem alınamazsa bundan sonrası silah yoluyla olacak. Ürdün, Mısır gibi ülkeler dahi İsrail'in bölgeyi ateşe vereceğini düşünüyor. Lübnan Türkiye'den destek istedi. Türkiye elinde PKK/YPG kartı, arkasında ABD olan İsrail'in sınırlarımıza dayanmasını beklemeyecektir elbette. Bu yüzden Lübnan'a yönelik başta hava savunma füzeleri olmak üzere silah desteği, teknoloji desteği verilirse sürpriz olmayacaktır. Zira eğer Netanyahu ve katliam ortakları tutuklanmazsa bölgemiz bir vahşet sarmalına sürüklenecek gibi görünüyor.
BIDEN VE ERDOĞAN'IN BM KONUŞMALARI
BM Genel Kurulu'nda konuşan sanki ABD Başkanı Biden değil de bir sivil toplum kuruluşu lideriydi... Veda konuşmasında Filistin'de, Lübnan'da akan kanı önleyecek tek bir cümlesi, önerisi yoktu.
Üstüne sanki bu düzenin mimarı, destekleyicisi bizzat ABD değilmiş gibi...
BM'de reform yapılması gerektiğini söyledi.
"BM savaşları bitiren, barış getiren bir kurum olmalı" dedi.
İnsan aklıyla dalga geçer gibiydi sanki...
Oysa sadece İsrail'e bomba göndermeyi durdurması dahi bugüne kadar barış için bir ümit doğurabilirdi.
Hani artık bunadığı için mi yoksa çaresizliğinden miydi bilmiyorum.
Ama Biden'ın veda konuşması tam bir günah çıkarma, acziyet ifadesiydi.
ABD de İsrail'le birlikte insanlığın gözünden düşmeye devam ediyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ise BM kürsüsünden sık sık alkışlarla kesilen konuşmasında, İsrail'e destek veren batılı ülkelere seslendi ve "Bu utanca, vahşete daha ne kadar ortak olacaksınız?" diye sordu.
Erdoğan'da Biden'ın konuşmasındaki çelişkileri de vurguladı aslında.
Kameraların önünde ateşkes tiyatrosu oynayanlar perde gerisinde silah göndermeye devam ediyor mesajı verdi.
Erdoğan'ın HAMAS ateşkes anlaşmasını kabul ettiği halde Netanyahu'nun sürekli bahaneler öne sürdüğünü söyledi.
Haniye Suikastını hatırlattı.
İsrail'e karşı zorlayıcı tedbirleri gündeme alma zamanı geldi de geçiyor bile mesajı verdi. Filistinlileri koruyacak bir mekanizma geliştirilmesini istedi.
"Hitler gibi Netanyahu ve cinayet şebekesi de insanlık ittifakı ile durdurulmalıdır. Yıkımın faturası faillerden tahsil edilmelidir. Adalet Divanı'ndaki davayı destekliyoruz" dedi...
Erdoğan insanlığın vicdanı olarak BM Genel Kurulu'nda defalarca alkışlandı...
Ben kendi adıma gurur duydum. Lütfen siz de duyun.
Çünkü milletçe insanlığın yanında durarak bunu hak ediyoruz.