Ben soru sormayı severim. Sorular, bir konunun tahlilinde yol açıcı olur. İki soru soracağım:
Bir: Savcı Ekrem Aydıner’in 17-25 Aralık dosyaları ile ilgili olarak verdiği takipsizlik kararı bir yargı kararı mı? Elbette yargı sürecinin bir parçası olarak verilen bir karar o. Soru şu: Peki o karara saygı duyuyor musunuz?
İki: Hidayet Karaca’nın tutuklanması ve Ekrem Dumanlı’nın serbest bırakılması ile ilgili karar yargı kararı mı? Peki o karara saygı duyuyor musunuz?
En azından içeride- dışarıda bazı çevrelerin bu kararlara saygı duymadığını adımız gibi biliyoruz.
Buradan çıkan sonuç şu: Bir kararın yargı kararı olması, en azından şu an, “Yüce Divan’a, Yüce Divan’a” temposu tutan ve Yüce Divan üzerinden bir yargı kutsaması yapan çevreler tarafından “saygın”bulunmayabiliyor.
Geçmişte, CHP’nin, hani şimdilerde “Paralel yapı” ile aynı paralele düşen siyasetçi kadrosunun Silivri mahkemelerine, savcılara, hakimlere nasıl saldırdığını da unutmuş değiliz. Demek ki yargı her zaman yargı olmayabiliyor. Yargının sembolü olarak nitelenen elinde terazi tutan gözü bağlı kadın metaforunun her zaman gerçekliği yansıtmadığı üzerine yazılanlar da hiç kuşkusuz ciltleri doldurur.
Şimdi gelelim bugünün Yüce Divan rolündeki Anayasa Mahkemesi’ne.
Bizde Anayasa Mahkemesi de, geçmişte verdiği birçok kararla, saygın rolünü epeyce aşındırmıştır. Parti kapatmalar ve başörtüsü yasakları, karardan mağdur olan çevreler nezdinde yargı kararı olarak saygı uyandırıyor mu? (O kararlara bizzat Haşim Kılıç’ın yazdığı karşı oy yazıları unutulmadı.)
Anayasa Mahkemesi’nin üye yapısının ve yetki alanının değiştirilmesine yönelik anayasa değişikliği, şimdilerin Paralel Yapısının yoğun desteği ile referandumda kabul edilmedi mi?
Yine bir yargı kurumu olan HSYK’nın yapısı aynı referandumda değiştirilmedi mi?
Sorayım: Referandumdan sonra oluşturulan HSYK ile Paralel Yapı ortaya çıktıktan sonra gerçekleşen HSYK yapısı arasında saygınlık ve güvenilirlik açısından bir fark görmüyor musunuz?
Sorun şu: Kurum aynı kurum ama o kurumda görev yapan insanların ideolojik, siyasi, etnik, mezhebi aidiyetleri ya da “vicdanla cüzdan arasında kalma durumları” güven duygularını tarümar edebiliyor.
Şu an iktidar Anayasa Mahkemesi’nin üye yapısına güvenmiyor. Bu, AYM’ye güvensizlik değil, üye yapısına olan güvensizlik.
Farzedelim, AYM üyeleri kulakları, gözleri devletin en mahrem alanlarına kadar uzanabilen ve şu an Tayyip Erdoğan’ı ve Ak Parti Hükümetini yok etmeyi ana misyon haline getiren iç ve dış çevreler tarafından dinlendi, kamuoyu önünde savunulamayacak bazı durumlar tespit edildi ve onlar, şantaja maruz bırakılarak, şu anda Hükümetle hesaplaşma aracı haline getirilmek isteniyorlar.
Böyle midir, bilmiyoruz. Tabii ki kimseye yönelik peşin kuşkular üretilemez. Ama en azından Cumhurbaşkanı ve Hükümet çevrelerinde böyle bir hassasiyet olduğu açık.
AYM başkanı Haşim Kılıç’ın son dönemdeki tavırları tabii ki dikkat çekiyor. Herkes Haşim Kılıç’a bir şey olduğu noktasında hemfikir. Kılıç’ın şu andaki duruşu ile bir-iki yıl öncesine kadar gelen bütün hayatındaki duruşu arasında çok derin farklar var. Bu değişimi “İktidar eski iktidar değil” diye mi yorumlamalı, yoksa “Haşim Kılıç bir sebeple gömlek değiştirdi” diye mi, bilmiyorum. Değişim açık da sebep ne, en azından ben bilmiyorum.
Son süreçte birçok insanın kimyası değişti. Hürriyet gazetesi bir süredir başına taş düşmüş gibi “dinleme dosyaları” yayınlıyor. Dünkü haberin başlığı “Emniyet bakanını bile dinlemiş” başlığını taşıyordu ve Beşir Atalay’ın İçişleri Bakanı olduğu dönemde, özel kalemi üzerinden dinlendiğini iddia ediyordu. Acaba bu dinleme-izleme dosyaları mıdır kimyaları değiştiren unsur, bilemiyoruz.
Ak Parti tabanı, yolsuzluklar konusunda duyarlı, bunu biliyorum ama “Yargı kumpası” denen şeye de kolayca inanacak bir arka plan birikimine sahip. Onun için “Yüce Divan kumpası” haberleri Ak Parti tabanında, yolsuzluk konusundaki duyarlılık kaybedilmeden de inandırıcı bulunabilir.
Bir de işin “Dinime dahleyleyen bari müselman olsa” boyutu var. Camia, Hükümetle barışık günlerinde -ya da Ak Parti’nin saflık zamanlarında- kendisine kullandırılan devlet imkanları konusunda “Burada başka toplum kesimlerine göre haksız kullandırılan bir imkan var” gibi bir tepki göstermiş miydi?
Son söz: Yüce Divan konusunda ne karar verilirse verilsin Hükümetin çok net bir yolsuzluk gündemi bulunmalı.