Ben, Ergenekon ve Balyoz davaları sırasında delil tartışması içine girmedim. O tür bir tartışmanın, bu konuda benden çok daha geniş bilgiye sahip olan savcı ve avukatların tartışmasından farklı olmayacağını, o konuda bile hükmü aynı delilleri enine boyuna değerlendirecek olan yargıçların vereceğini düşündüm.
Özellikle “delil üretimi” iddiaları söz konusu olduğunda, bunun, yargı süreci içinde ortaya çıkacağını, en nihayet davaların AİHM’e gidebileceğini, yargı hatalarının orada düzeleceğini ifade ettim.
Bir de Türkiye, askeri müdahale girişimlerinin ilk defa sivil yargı önüne çıkması gibi bir hadiseyi yaşıyordu ve bu, geçmişinde 5 askeri müdahale bulunan bir ülke için hayati önem taşıyordu.
Ama ya yargı hataları varsa...
Hanefi Avcı davası gerçekten garip bir dava idi. İçimde bir ukde olarak kaldı.
Ergenekon ve Balyoz davalarında, TSK’nın emir-komuta zinciri içinde yer alıp da, hiçbir biçimde darbeyi onaylamadığı halde ağır suçlamalara ve mahkumiyete maruz kalanlar bu ukdeyi büyüttü.
Mahkumiyetler oldu, kararlar Yargıtay’da onanmaya başladı.
Tam bu sırada, 17 Aralık operasyonu devreye girdi.
Operasyonla birlikte, Yargı’da savcı, hakim, Yargıtay, Danıştay, HSYK zinciri içinde birbiriyle bağlantılı bir yapının varlığı, bunun Emniyet’teki bir yapılanmayla işbirliği yapması durumunda ortaya çıkabilecek “Kıskaç” olgusu tartışılmaya başlandı.
Böyle bir olgu gerçekse ve bunun sonucu olarak, “kurunun yanında yaş da yanmışsa...” kuşkusu gündemi etkilemeye başladı.
Bu durumdan, Ergenekon ve Balyoz davaları başladığından bu yana, zaten bir mücadele sürdürmekte olan çevrelerin faydalanmak istemesi beklenirdi. Netice itibariyle yaptıkları işi suç gibi görmeyen bir çevre söz konusu idi.
Bir ara Başbakan Erdoğan da, özellikle eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’dan yola çıkarak bazı rahatsızlıkları seslendirmiş, muhtemel ki TSK bünyesinden Org. Özel’in özel görüşmelerde kendisine ilettiği sıkıntıları kamuoyu ile, ama yargıyı etkiler görünüme girmeme hassasiyetiyle paylaşmıştı.
Şu anda yargı alanını ilgilendiren bir yığın konu iç içe girmiş durumda. Bir yanda askeri müdahaleden yargılanan askerler var, bir yanda siyasetçiler, bir yanda “Çözüm süreci” çerçevesinde cezaevinden çıkma arzusu taşıyan KCK’lılar...
Bu arada Yalçın Akdoğan’ın “Orduya kumpas” yazısı. Bu ifade acaba, bütün Ergenekon - Balyoz davalarını “Orduya kumpas” gibi görme anlamına mı geliyordu?
Akdoğan, bunun böyle olmadığını söylüyor. Ancak ortaya çıkan tartışma, bu sözün böyle yorumlanma riskinin de var olduğunu gözlerden uzak tutmuyor.
Başbakan’ın, Ergenekon - Balyoz davaları için yargı hatalarının giderilmesi talebine “olumsuz” bakmadığı açıklaması da var.
Buralardan, Hükümetin mevcut meydan okumayı “Eski odaklarla yakınlaşarak aşma”yı planladığı iddialarına geliniyor.
Böyle bir yönelişin oluşturacağı kendi ayağına kurşun sıkma riski, Ak Parti içinden de paylaşılıyor.
Hukukçular da, bir hata varsa, bunun nasıl bir formülle giderilebileceği arayışlarını sürdürüyor. Yeniden yargılama, af, affın KCK’ya etkisi vs...
Tabii, yargılama sürecinde “Hata”nın hangi nitelikte olduğuna dair tespitlerin de, yargının bağımsızlığı - tarafsızlığı adına çok ciddi negatif kamuoyu algısı oluşturması kaçınılmaz.
Bir kişi bile, adaletsizliğe maruz kalmasın.
Ama yargıda varılacak hiçbir sonuç, darbecilerin cezasız kaldığı kanaatini doğurmasın.
Ak Partili hukukçuların da çok ciddi çalışma yapması gereken bir durum söz konusu.