Avrupa Birliği liderler zirvesinden Türkiye’ye yaptırım kararı çıkacak mı veya hangi düzeyde bir yaptırımlar getiren bir karar çıkacak?
Öncelikle şunu söylemek lazım: Türkiye toplumunda AB’ye yönelik destek oranı giderek düşüyor. Anketler uzun zamandır bu oranın yüzde 50’nin altıda olduğunu gösteriyor. AB’nin bir kez daha yaptırım kozuyla, yani hasmane bir tavırla gündeme gelmesi, AB karşıtlığını daha da artıracaktır.
İkinci olarak vurgulanması gereken husus, AB’nin katılım müzakereleri yürüten Türkiye ile ilişki zeminini müktesebatın ötesine taşımış olmasıdır. Malum müzakereler Kopenhag Kriterleri, Maastricht Kriterleri ve Gümrük Birliği ekseninde şekilleniyordu. Bunlar ise daha çok Türkiye’nin demokrasi, hukuk ve ekonomi alanında reformlar yapmasını öngörüyordu. Bir süredir ise Türkiye’nin reform dinamiklerini hızlandırmak yerine Türkiye’yi bölgesel güç haline getiren dinamikler budanmaya çalışılıyor. Son konular, Doğu Akdeniz’deki güç dengelerini hizaya sokma ağırlıklı. Kimi AB ülkeleri, AB’yi kullanarak Türkiye’nin artan etkisini kırmaya, kendi etkisizliğini telafi etmeye çalışıyor.
İktidarın AB’nin haksızlıklarını eleştirmesini, Türkiye’nin içine kapanması ve etkisizleşmesi yönünde bir tercih olarak görerek olumsuz bulanların şu gerçeği de anlaması gerekir:
AB’den uzaklaşmayı içe kapanıp etkisizleşme olarak yorumlamak bir bakış açısına göre doğru gibi algılansa da AB’nin bu dayatmalarıyla Birliğe yakınlaşmak başka türlü bir etkisizleşme, iddialarından ve bölgesel menfaatlerinden vazgeçme anlamı taşıyacaktır.
AB üzerinden Türkiye’ye karşı etkisizliğini örtmek isteyen Yunanistan aynı zamanda AB’yi adeta şantaja bağlamış durumda. Amacı sadece Türkiye’ye zarar vermek değil, kendisine menfaat sağlamak. ‘Türkiye’den alın’dan ziyade ‘Bana daha çok verin’ taktiği izliyor. Her kritik konuda arıza çıkarıp bir ‘sus payı’ istiyor, ağzına bir parmak bal çalınmasını arzuluyor.
Türkiye’ye yaptırım konusu bir yönüyle AB içindeki Fransa-Almanya çekişmesinin nasıl şekilleneceğini gösterirken, diğer yönüyle AB-ABD ilişkisinin yeni dinamiklerini gösterecek.
ABD’nin yeni yönetimi AB ilişkilerini daha çok Fransa ve tezleri üzerinden mi yürütecek, yoksa Almanya ve tezleri üzerinden mi yürütecek?
AB ile ABD Türkiye’ye karşı ‘iyi polis-kötü polis’i mi oynayacak, yani biri iterken ötekisi çekecek mi, yoksa birlikte mi itecekler?
AB’nin yaptırım kozuyla, ABD’nin yaptırım kozları tahterevalli mantığıyla mı hareket edecek, birleşik kaplar mantığıyla mı üzerimize gelecek?
Türkiye’nin AB ve ABD ilişkilerinin havuç-sopa yöntemiyle ilerlemesi ve bunun da sürekli ‘sopa’ boyutunda devam etmesi hem Türkiye’nin stratejik kararlar vermesini gerektirecektir, hem de ‘kaybet-kaybet’ süreciyle herkese zarar vermeye başlayacaktır.
Türkiye ile ekonomik ilişki potansiyeli yüksek olan AB’nin, ticari olarak kaybı göze alması zayıf ihtimaldir. AB’nin bugüne kadar öne sürdüğü kozlar, göç kozu olmak üzere farklı hamlelerle karşılaşmıştır.
AB, Türkiye’yi içine almadığı için tek tek bazı AB ülkeleri Türkiye’nin artan bölgesel etkisini kendi etkinliklerinin zayıflaması olarak görmekte ve tedirgin olmaktadır. Oysa AB’ye alınmış bir Türkiye’nin bölgesel gücü, AB’nin gücü olarak görülecektir.
ABD böyle bir durumu AB’nin güçlenmesi ve kendi aleyhine bir denklem oluşması gibi de görebilir, Türkiye’nin Birlik içinde kontrol altına alınması olarak da algılayabilir.
Türkiye-AB ilişkilerinde olması gereken (tam üyeliğin kabulüyle) güç birliği yaparak ortak hareket etmektir. AB’nin, Türkiye’nin gücünü kırarak Birlik’e katmaya çalışmasından daha beter olan ise gücünü kırarak dışarıda tutmaya çalışmasıdır.
AB, Türkiye’yi hem dışarıda tutup hem de ayar vermeye kalkarsa bu ilişki akla zarar bir hale gelir.
Liderler zirvesinde verilmesi gereken temel karar Türkiye’yi dost olarak görüp görmedikleridir. Türkiye’yi AB’ye alsalar da bu karar önemlidir, almasalar da…