Kovit 19 salgını başladığından bu yana şöyle milletçe silkinip kendimize gelir miyiz acaba diye bakıyorum. Bir musibet bin nasihatten evladır derler ya hani.
Daha ne olması gerek acaba az toparlamamız, kavgayı gürültüyü bir kenara koyup zor günlerin gereğini yapmamız için.
En azından susmasını bilsek, bu bile iş görür...
Dünyanın başına öyle bir felaket geldi ki, eşi menendi yok deniliyor.
Benzer salgınlar daha evvel yaşandı yaşanmasına ama bugünün küresel dünyasına yaptığı tesir bambaşka.
Baksanıza hava trafiği sıfıra indi. Ne ülkeler arası ne şehirler arası gidiş geliş var. İnsanlar bağına bahçesine gidebilmek için bakanlıklardan izin bekliyor.
Gün geliyor evimizden dışarı çıkamıyoruz.
Süper güç diye bildiğimiz ülkeler resmen havlu attı.
2008'deki ekonomik kriz hatırlatılıyordu, şimdi deniyor ki bunun yanında onun esamisi okunmaz. Avrupa’nın en güçlü ekonomisi olan Almanya bile tünelin ucunda ışığı görmeden sırf ekonomik endişelerle normalleşme sinyali vermeye başladı.
Eğri oturup doğru konuşalım. Türkiye, ne doğalgazı, ne petrolü, ne dünyaya ihraç ettiği bir otomobili (en azından şimdilik) ne de bilişim teknolojisinde küreselleşmiş markaları olan bir ülke. Üstelik 2013'ten bu yana başına gelmedik kalmadı memleketin. Darbesinden ekonomik yaptırımlara kadar her türlü yöntem denendi Türkiye'ye karşı.
Netice ortada. Yıkılmadık ayaktayız. İnşallah bunu da atlatacağız.
Ayrıca pandemi sürecinde en iyi yöneten bir kaç ülkeden biriyiz.
El oğlu tüm düşmanlığına rağmen takdir etmeye başladı da içimizdeki şizofrenler anlamamakta kararlı.
Olmayan şeyi var, olanı yok saymak için ancak şizofren olmak lazım. Fertler bu hastalığa duçar olunca tedavisi var da, bir güruh topluca şizofrene bağlayınca inanın insan ne yapacağını bilmiyor.
Öyle ki bu hal, sağlıklı insanları da tesiri altına alıyor. Anlatmaya çalışıyorsun, olmuyor, naçar kalıyorsun...
Bir de tuttukları yoldan eminler, “İstanbul seçimlerini aldık işte” diyorlar.
Aldınız, tamam! Bi rahatlayın ve işinize bakın, öyle değil mi.
Hiç değilse Mansur Yavaş’ın yaptığı kadar belediye hizmetleriyle meşgul olun.
Ama yok, çünkü dert İstanbul değil, vatandaşa hizmet hiç değil.
Siyasetçi, medyacı ve trol üçgeninde yürütülen iftira, algı ve manipülasyon...
Salgın Türkiye’yi kırıp geçirsin diye inanmadıkları Allah’a dua edecekler...
Her gün yeni bir yalan..
İşin yoksa, temizle...
“Devlet ölü sayısını gizliyor” yalanı dahi masum kaldı.
Valilikle koordineli çalışması gereken belediyeler ayrı baş çekmeye durdu. Halk TV ve Fox kanallarından “merkezi hükümet-yerel hükümet” kavramlarıyla
algı çalışması yapıldı.
Otobüs rezaleti saymıyorum bile. Ak Partili troller toplu olarak otobüse bindi yalanı yatsı olmadan ortaya çıktı ama ne utanmak, ne özür, ne itiraf...
Halka dağıtılan maskelerin virüs taşıyabileceğine dair haber yaptılar, ya hu...
Saf kötülük değilse ne bu?
En son Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un boğaza nazır kaçak villa yaptığı yalanını pişirdiler.
Kuzguncuk’ta aldığı evin hemen yanındaki, defalarca ihaleye çıkmış ama talibi olmamış metruk, küçük bir arsayı vakıflardan yine ihale usulüyle kiralamış. Hepsi bu.
Herkese açık bir ihale, en çok verene kalıyor. Bugüne tinerciler kullanıyordu.
Kiralayınca, gayet tabii bahçe düzenlemesi yapmak istemiş Fahrettin bey.
Üşenmeyip belediye marifetiyle çardağı sökmüşler.
Sonra da “Kaçak inşaat yıkıldı flaş flaş...”
Ne sevk ediyor sizi ucuz bir yalan uğruna bir aileyi hedef haline getirmeye?
Hiç mi vicdan teraziniz yok?
Gerçekten “yapmasak daha iyi” demedi mi aranızdan hiçbiri?