Matt Damon’dan Ben Affleck’e birçok ünlü oyuncuyu keşfeden usta yönetmen Gus Van Sant, yeni filmi Kayıp Umutlar ile bu defa altın madeni uğruna yapılan çevre katliamlarını ele alıyor. Sant, son filmi ve kariyerini STAR Pazar’a anlattı.
Amerikan sinemasının en iyi yönetmenlerinden Gus Van Sant, Berlin Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü kazanan Kayıp Umutlar adlı yeni filmiyle sinemalarımızda. Van Sant ile Berlin’de filmini ve kariyerini konuştuk. 2003’te Elephant ile Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye’yi kazanan ve En İyi Yönetmen seçilen, 2007 yılında Paranoid Park ile Cannes Film Festivali 60. Yıl Özel Ödülü’ne değer görülen, 1997’de Good Will Hunting/ Can Dostum ve 2008’de Milk ile En İyi Yönetmen dalında Oscar adayı olan Van Sant’in yeni hevesi bir aksiyon filmi çevirmek!
Stüdyo sistemi içinde de dışında da rahat ve mutlu çalışabiliyorsunuz. Bunu özellikle mi tasarladınız yoksa projelerin gelişi mi öyle?
Sanırım kariyerim ilginç bir durum aldı. Drugstore Cowboy’dan yola çıktığıma bakılırsa! O tür bir çalışma oyuncular için müthiş bir araç olarak görüldü. Oyunculara benimle birlikte çalışma hevesi verdi. Yapım firmaları beni yönetmenliğe ikna edebilirse oyuncuları da ikna etmeleri kolay oluyordu. Yani yapımcılar oyucuların peşinde, oyuncular da benim peşimdeydi. Hiç stüdyo projesi yaptığım olmadı, ama önüme getirilenler oldu. Çoğu aksiyon filmiydi. Onlar hala bir uzmanlık alanıdır. Çok sıfırlı bütçeleri vardır, daha çok para yatırılır. ‘90’lar boyunca aksiyon filmleri egemen oldu. 1989’da hala daha dramatik filmler Hollywood’un başlıca üretimini oluşturuyordu. Ama ‘90’ların sonuna gelindiğinde aksiyon ana akım olmuştu.
Aksiyon filmi denemek istemediniz yani?
İstedim, ama hiç doğru projeyi bulamadım. İçinde aksiyon da bulunan büyük projeleri yönetmek istedim ama bana iş vermediler.
Size cazip gelen ne bu projelerde?
Daha önce hiç yapmamış olmam! Meraktan!
Hollywood’da iş yapmak gitgide zorlaşıyor. Steven Soderbergh emekliye ayrıldı. Siz ne düşünüyorsunuz?
Doğru, orta bütçeli film kalmadı. Ya çok yüksek bütçeli filmler var ya çok düşük... Çünkü orta bütçeli filmler de yüksek bütçelilere benziyor. Belki de doğrudan drama kaybolduğu içindir. Mesele daha çok biçimle ilgili. Eğer her şey yeterince iyiyse bütçeyi denkleştirebiliriz. Basında sık sık filmin tarzının fazlasıyla monden (dünyevi) olduğunu okuyorum. Çok ilginç geliyor bana. Çünkü ben hep modern sinemanın biçeminin 1910’larda Griffith’in de aralarında olduğu sinemacılar tarafından belirlendiğini varsayarım. ‘20’ler sinemanın altın çağı gibiydi. Her şey hala saftı. ‘20’lerin sonunda izleyiciye o kadar büyük miktarda bilgi aktarılıyordu ki stile dair... Stil standartlaştırıldı, izleyici ne olduğunu kavramaya çalışıyordu, başlangıçta closeup’ın ne olduğunu bilmiyorlardı. Kafa karıştırıcıydı, ama film endüstrisinin ileri sürdüğü bu grameri öğrendiler. Bence bugünkü gramerimiz endüstriyel devrimin exponent’ıdır. Tıpkı dildeki cümle yapısı gibi sinema dili de yerleşti ve kalıplaştı... O kendine ait bir stil oluşturdu, elbette başka auteur’lerden de etkilendi. Sinema dünyasında yaşadığı sorunlar bir kısmı bundan kaynaklanıyor, sanırım.
MATT VE BEN, HALA AYNI KİŞİLER
-Gerry’de siz de bir stil denemesi yaptınız.
Gerry doğrudan bir Bela Tarr esinlenmesiydi. Çekime başlamadan ne yapacağımızı planlamıştık ama bazı şeyleri yazmayıp aklımızda tutmuştuk. Kayıp Umutlar ise geleneksel bir senaryoya dayanıyor. Böyle birkaç film çektim.
-Matt Damon ile dördüncü kez çalışıyorsunuz, artık konuşmadan anlaşabiliyor musunuz?
Bol bol konuşmamız gerekiyor! Matt ile ilk çekim yaptığımız gündü... Beğendik ‘Tamam iyi’ dedim. O da iyi o zaman başka bir planla devam edelim der gibi ‘Tamam o zaman’ dedi. Başka bir çekim daha yapalım der gibi ‘Tamam’ dedi. Çok şaşırdım, çünkü benim tarzım da tek çekimde planı bitirip bir başkasına devam etmektir! Eğer isterseniz başka çekim yapar tabii ama devam etme isteğindedir...
Matt Damon ve Ben Affleck’i siz keşfettiniz. O zaman kimdi o gençler, nasıl değiştiler?
Hala aynı kişiler gibi görünüyorlar bana! Bir süredir çalışmamıştık Matt ile... Aynı göründü bana. Matt’i 1994’te tanıdım. To Die For için deneme çekimi yapmıştık. Çok ilgimi çekmişti ama o role uygun değildi. Filmin amacını değiştirecekti. 1995-96’da senaryosunu okuduğumda çok beğendim ve yapmayı kabul ettim.
-Kayıp Umutlar’da Matt Damon’ın kişiliği onu görmeye alıştığımız kahramanın aksine bir anti-kahraman özelliği taşıyor...
Anti-kahraman gibi çünkü şirket temsilcisi... Filmdeki olayın ve argümanın gidişatı yüzünden bir tür anti-kahraman sayılır. Senaryo da hem kahraman hem anti-kahraman oluşuyla bana ilginç gelmişti.
-Pastoral güzelliği görüntüleme biçiminiz, filmin kutsal kitaplardan alıntılanan Vaad Edilmiş Toprak adını taşıması, toprağa saygı göstermeniz ve geçmişte kalan tarım toplumuna ağıt yakmanız dikkat çekiyor. Filmin dışında sizin yaklaşımınız nedir bu meseleye?
Uzman değilim ama araştırdıklarımdan ve bazı komşularımdan öğrendiğim kadarıyla küçük çiftliklerin geçimlerini sağlaması çok zor. Şirketleşme yüzünden... Git gide büyüyen ve şirketleşen çiftlik üretimi küçük çiftçilerin ürününün değerini düşürüyor. Ticaret de bir sorun. Komşu oturduğum çiftlik sahibi ürettiği kırmızı meyveleri (çilek, ahududu, böğürtlen vs.) pazara götürüyor, dükkanlara satamıyor. Çünkü Arjantin’den daha ucuzunu ithal edebilirler. Bu hemen her alanda böyle, ticari anlaşmalar da sorunun bir parçası. Yeşil tarlalar benim için metafor değil. Vaat Edilmiş Toprak çocukların koyduğu isimdi, biz değiştirmeye çalıştık!
-Altın Palmiye ödülü kazandığınız Elephant’taki öyküye benzer katliamlar yapıldı ABD’de, ne düşündünüz?
Columbine’da yaşanan olaydakinden farklı bir yan görmüyorum, aynı olaylar aslında. Daha kötü değil, ama aynı olması yineleneceğini gösteriyor. Başka olaylar da oldu. Bir tür panik başladı birçok eyalette. Her yerde silah satılıyor, otomatik silahlar! Columbine’dakine benzer saldırılar yapılması, aynı silahların kullanılması stres yarattı.