Müslüman Kardeşler’in kurduğu Özgürlük ve Adalet Partisi’nin 2011’de başına geçen Mursi, Ağustos 2012’de ilk kez halk tarafından seçilen cumhurbaşkanı olmuştu. Dünya kamuoyunun da ilk aylarda desteklediği yeni lider, göreve başlar başlamaz protesto hareketleriyle karşı karşıya kaldı. Tam “Arap Baharı” yeni ve istikrarlı bir rejime işaret edecek derken, Mısır giderek toplumsal kesimler arasında çatışmalar yaşanan kaotik bir ülkeye dönüşmüştü.
Tam olarak aynı durum olmasa da, Mısır’ın bu hali bir miktar Türkiye’nin 1979 yılına benzer hale gelmişti. Bu arada Mursi, iktidara gelir gelmez Sisi’yi genelkurmay başkanı yapmıştı. Boşuna siyasette en büyük tehlike en yakınından gelir denmemiş. Temmuz 2013’te yönetime el koyup Mursi’yi deviren askerlerin başını Sisi çekmişti.
Başlangıçta Mursi’yi destekleyen uluslararası güçler, bir kaç ay içinde fikirlerini değiştirmiş olmalılar ki, Sisi’nin darbesini pek makbul bulmuşlardı. Askerin yönetime el koyması için şartların olgunlaştığı sırada uluslararası güçlerin ne tür etkileri olduğu bilinmez; ancak Mursi’nin bu güçlerle “olumlu ilişki” sürdüreceğine dair fazla sinyal alınmamış olmalı ki, adeta uluslararası bir koalisyonun desteğiyle yerinden edilmişti.
Sisi’li dönem
Haziran 2014’de Sisi üniformasını çıkarmış ve nedense halkın yarıdan fazlasının sandığa gidemediği bir seçimde oyların % 97’sini alarak cumhurbaşkanı seçilmişti. Böylece Sisi, sandıksa sandık, seçimse seçim diyerek ne kadar “sivil” bir yönetime taraftar olduğunu dünyaya gösterme imkanı bulmuştu.
Neresinden bakılırsa bakılsın adeta kısa metraj bir film senaryosu gibi olan Mısır siyasal yaşamının baş oyuncusu haline gelen sivil Sisi, gayet tabi uluslararası güçler tarafından kendisine biçilen rolün hakkını vermeye hemen başlamıştı. Görevi, Mısır’ı yönetmek değil Müslüman Kardeşler türü yapıların bir daha iktidara talip olamayacak hale getirilmeleriydi. O da bunu yapmaya başladı, muhalifleri önce teker teker, sonra topluca tutuklayıp hapislere attı. Ardından tıpkı seçimlerde olduğu gibi gayet adil ve şeffaf mahkemelerde bu kişilerin idam kararlarının çıkmasını sağladı. Mursi sona bırakılmıştı; sonunda onun da ölüm emri verildi; hem de çok ağır suçlar nedeniyle.
Devrildikten sonra tam olarak nerede olduğu bilinemeyen, Mısır’da askeri bir hastanede yattığı ileri sürülen, hatta ölüp ölmediği bile doğrulanmayan Mübarek bile, bu kadar fazla suçtan sorumlu tutulmamıştı.
Baş alan baş verir
Mısır’ın kaderinde 2010’dan itibaren her yıl yaz aylarında yeni bir sayfa açılıyor. İktidarda kimin olacağına Mısırlılar karar vermiyor; kararı verenler de yıllık periyotlarla bir düzenleme yapıyorlar. İktidarı eline alan ise, o yılın bilançosunu tutturma çabasına girdiğinden olacak, “gerçek siyaset” yapmayı akıl edemiyor.
Sisi, Mursi’yi idam edince Müslüman Kardeşler’in biteceğini sanıyor olabilir. Oysa belki de bu adım muhalefetin daha da sertleşmesine, safları sıkıştırmasına ve radikalleşmesine yol açacak. O zaman Mısır’ı yönetmek daha mı kolay olacak? Darbeyi destekleyen güçler, İslam dünyasının kendilerinden daha fazla nefret eder hale gelmesinden memnuniyet mi duyacaklar? Oluşabilecek reaksiyonları hesaplayan “Batılı” güçlerin Sisi’ye kırmızı kurdele takacağını ummak saflık olur. Muhtemelen Mursi’nin Sisi tarafından bertaraf edilmesini sağlayıp ardından Sisi’nin de bir başkası tarafından alaşağı edilmesini hesaplıyorlardır. Böyle bir şey gerçekleşirse, hiç kuşkusuz Sisi’nin devrilme gerekçesi de Mursi’ninkiyle aynı olur.
Sisi farkında değil ama, hayatta kalmak için Mursi’nin ölüsüne değil dirisine ihtiyacı var.