Türkiye’nin gündeminde bugün ağırlıklı olarak üç konu var: Cumhurbaşkanlığı seçimleri, Gazze faciası ve Emniyet Teşkilatında yaşanan çalkantılar.
Çok değil, üç ay sonra bu gündem değişecektir; Çankaya’da yeri bir Cumhurbaşkanı oturacak, Filistin meselesi değil ama Gazze olayları ikinci plana düşecek, Emniyet Teşkilatı’nda yaşananlar ise kanıksanacaktır, böyle düşünüyorum, zira geçmişte bu hep böyle oldu.
Ancak, bazı meseleler, bazı sorunlar, bazı anormallikler, üzerlerinde pek de durulmadan, sanki olağan gelişmelermiş gibi, yaşanıyorlar, kimse bu TEMEL KURUMSAL meselelerin üzerinde durmuyor.
Üç gün önce Urfa’da kimliği belirsiz kişiler bir karakolumuza ateş açtılar ve üç askerimiz şehit oldu.
Haber önce basınımıza kaçakçıların Karakol’a, askerlerimize ateş açtığı biçiminde yansıdı.
Bu haberlerin hemen arkasından da Genelkurmay Başkanlığı bir açıklama yaparak karakolumuza ateş açıp üç askerimizin şehit olmasına neden olanların kaçakçılar değil PKK’ya çok yakın bir başka kürt örgütü PYD olduğunu belirtti.
Genelkurmay Başkanlığı’nın bu açıklamasından hemen sonra da Halkın Demokrasi Partisi Eş Başkanı ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri adayı Sayın Selahattin Demirtaş bir açıklama yaparak Genelkurmay’ın eksik bilgilenme ile çok acele bir açıklama yapmasını kınadığını bildirdi.
Olaylar özetle böyle gelişti ama sizce, bu durumda, bir değil, çok sayıda anormallik yok mu?
Bu çok kısa ve maalesef artık sıradanlaşan hikaye aslında çok önemli ve kendine demokratik hukuk devleti diyebilen Türkiye’nin anormal ve bir türlü düzelemeyen, normalleşemeyen yapısının bir görüntüsü.
Konu, kaçakçıların, PYD’nin, PKK’nın ya da başkalarının, bir karakolumuza ateş açarak üç askerimizi şehit etmesi bir GÜVENLİK meselesidir ve ciddi bir meseledir.
Güvenliği ilgilendiren bir konuda, bir hukuk devletinde, basını, kamuoyunu, konu bir iç güvenlik meselesi ise İçişleri Bakanlığı, dış güvenlik meselesi ise de Milli Savunma Bakanlığı bilgilendirir.
Bu konuda bilgilendirmeyi doğrudan ve durumu kimse de tuhaf bulmaksızın, Genelkurmay Başkanlığı yapmış ise demek ki mesele bir dış ya da sınır askeri güvenlik meselesi.
Milli Savunma Bakanlığı neden bu tip konularda doğrudan devreye girememektedir?
Açıklamayı Genelkurmay Başkanlığı (GKB), askeri bürokratlar yapıyor ise demek ki bu konunun sahibi, patronu GKB’dir.
Dış güvenlik meselelerinde açıklama yapma yetkisinin Milli Savunma Bakanlığı’nda bulunmadığı ülkelere demokratik hukuk devleti denemez, bu temel gerçeği, özellikle de askeri vesayet bitti diyenler için, kayıtlara düşmek isterim doğrusu.
Milli Savunma Bakanı’nın görev tanımı nedir, ne iş yapar, altına kırmızı plakalı arabalar, emrine geniş bir sekreterya, bir sınır olayında açıklama yapma yetkisi bile yoksa, neden verilir?
Gelelim meselenin Selahattin Demirtaş boyutuna.
Anlaşılan o ki, Demirtaş da, toplumda estirdiği havaya, kürt politikacısı ve HDP Cumhurbaşkanlığı adaylığına rağmen, bu ülkenin tüm anormalliklerini içselleştirmiş bir kişi.
Demirtaş, gerçekten toplumsal muhalefeti temsil eden bir kişi olsa idi, “Genelkurmay neden yeterince inceleme yapmadan açıklama yaptı” demek yerine, bu açıklamayı yapmak, MSB dururken, GKB’nin işi midir demesi gerekmez mi idi?
Anlaşılan, Sayın Demirtaş’a da bu durum anormal gelmiyor, bize de hayırlı olsun demekten başka yol kalmıyor.
Sayın Kılıçdaroğlu’na hiç değinmek dahi istemiyorum, Mayıs 2012’de yapılan ve Genelkurmay Başkanı’nı anamuhalefet partisi başkanının, tüm bakanların önüne koyan bir devlet protokolüne itiraz dahi etmeyen bir anamuhalefet zaten bırakın meselenin anasını falan, muhalefet bile değildir.
Özet şudur: Tanımı olmayan, personeli kendine bile bağlı olmayan bir Milli Savunma Bakanı, bu durumu normal bulan bir HDP devrimci (!!!) başkanı, protokoldeki yerlerini içlerine sindirebilen bir anamuhalefet (!!!) partisi lideri ve 1961’den günümüze, bir memurun arkasına dizilen milli iradeci bakanlar.
Sistemsel eleştiriler kişiler, olaylar üzerinden değil, kurumlar üzerinden yapılmalıdır artık.