Acaba Türkiye’nin etrafında olup biten, mesela sınırlarımızın hemen ötesindeki PYD-DAİŞ arasındaki çatışma, sadece bizi ve bölgemizi ilgilendiren bir sürecin parçası mı? Yoksa çok daha geniş bir alandaki hesaplaşmanın yansıması mı?
Soru sormaktan daima korktuğumuz için doğru cevapları bulabilme imkanını daha baştan yitiriyoruz. Oysa önemli bir soru var karşımızda duran. Irak ve Şam İslam Devleti adı altında faaliyet gösteren ve bugün her iki ülkede muazzam bir alanı kontrol eden yapı nedir? Kısa adıyla IŞİD ya da DAİŞ’i konuşmak için, öncelikle bazı dayatmalardan ve kalıplardan kurtulmak gerekiyor. Çünkü onu anlamamız için bize sunulanlar, aynı zamanda onun üzerinden gerçekleştirilmek istenen operasyonların en azından zihin ortağı haline getiriyor bizi.
Artık neredeyse herkesin üzerinde mutabık olduğu, Birinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan düzenin ve onunla birlikte şekillenen sınırların dokunulmazlığının kalmadığı. Düzenin yıkılması için elbette sınırların tümüyle değişmesi gerekmiyor. Ama DAİŞ örneği de gösteriyor ki, böyle bir değişim sınırları da alt üst edecek.
Yeni bir düzen kurulmadan önce, onu planlayanların en önemli ihtiyacı, yeni çatışma alanları oluşturmak ve bunlar üzerinden hedefe yürümektir. ABD, 11 Eylül saldırılarından sonra Afganistan ve Irak’ta doğrudan yürüttüğü operasyonların ardından, gerek kayıpları, gerekse uluslararası maliyetleri üzerinden geri çekilmek zorunda kaldı.
ABD, şimdi geniş bir coğrafyada farklı araçlar ve yapılar üzerinden kelimenin tam anlamıyla bir ‘vekaletler savaşı’ yürütüyor. Kullandığı araçların yabancısı değiliz elbette. Ama en tehlikelisini, acımasızca ve elbette çok da çabaya gerek kalmadan sahaya sürmüş durumda: Mezhep çatışması.
Ancak tüm bunları anlamaya çalışırken, hızla düşülebilecek bir zihinsel tuzak var. Bölgemizde olup biteni tamamen dış dinamiklerin üzerine yıkmak. Bu da bizi, mesela DAİŞ’i veya benzeri çıkışları, aynı zamanda PYD’yi, Kürt siyasi hareketinin giderek bölgesel düzeyde şekillenen, uluslararası ilgiyle yoğrulmuş dinamiklerini doğru anlamamızı zorlaştırıyor.
Küçük bir inceleme yaparsanız, DAİŞ’in Irak El Kaide’si diye adlandırılan yapının devamı olduğunu, Suriye’de mücadele eden Nusra benzeri yapıları yetersiz ya da ılımlı bulduğu için duruma el koyduğunu, ardından muhalifler için bölgeye gelen yardımlara da el koyarak güçlendiğini okuyabilirsiniz. Bunların tamamı doğru bile olsa, adeta hayalet gibi bir yapının bir anda böylesine geniş bir coğrafyayı nasıl kontrol ettiğini, dahası mesela Libya ve Mısır’da ortaya çıkışını izah edemezsiniz.
DAİŞ’i, bir öfkenin, dışlanmışlığın ve bunlar etrafında şekillenen bir sert bir ideolojinin örgütlenmesi olarak görmek, tümüyle doğal bir yapı ve güç olarak algılanmadığı takdirde öğretici olabilir. Çünkü DAİŞ’i ABD’nin kurduğu ve bölgesel müttefikleri eliyle destekleyip yönlendirdiği bir yapı olarak göstermek, komplo teorilerine hizmet etmesinin dışında işe yarar bir anlama çabası değil. Bir yapının başkalarının çıkarlarına hizmet etmesiyle, bizatihi onlar eliyle kurulması arasındaki fark sandığımızdan çok daha önemli olabilir.
Mesela Irak’ı yıllarca yöneten ‘Sünni Baas Arap Aklı’nın, işgal sonrasındaki arayışlarını, üst düzey kadrosu tasfiye edilmiş olsa bile, hala canlı olan kurmay zekasının yansımalarını DAİŞ’te görmek mümkün. Eğer illa da örgütün sıradan olmadığını ve bu işin içinde bir iş olduğunu düşünüyorsak, biraz da bu alana bakmak yararlı olabilir.
Bölgemizde olup bitenleri anlamak, daha fazla çaba istiyor. Aklımızı götürüp ‘bu işin arkasında büyük güçler var tezlerine teslim etmek, bu tezlerin doğruluk payı olsa bile, doğruyu bulmamıza engel oluyor. Herkesin böyle fantastik anlama çabaları olabilir, fazla da bir şey kaybetmezler. Ama tüm bu olup biteni doğru okuması gereken ve yanlış anlama lüksü olmayan tek ülkede yaşıyoruz.