"Yangınlar hala devam ediyor, biz su taşıyoruz. Halimiz bu." İtfaiye ekiplerine su taşırken alevlere karışarak hayatını kaybeden kahraman gencimiz Şahin Akdemir'in çektiği bir videodaki ifadeleri bunlar.
Şahin'i unutmayacağız.
Bir kadın, "Ev yanınca hemen yenisi yapılıyor, bir ormanın yeniden yeşermesi on yıllar alıyor. Evim yansa bu kadar üzülmezdim" diyerek iç çekiyor.
Bu güzel ülkeyi daha da güzel kılan yürekler bunlar...
Bunlar ve yüzlercesi, yangını söndürebilmek için canı pahasına mücadele ederken kimileri de saçını tarıyordu!
Ülkenin ilgili tüm bakan ve kurumları afet bölgesinde çok ciddi bir koordinasyonla yangını kontrol altına almak için çalışıyorken, yangının bir an evvel sona ermesi ve yenilerinin çıkmaması için tüm imkanlar seferber edilirken nefret yüklü cümlelerle yangına odun taşıyanlar da vardı.
Ne yazık ki ve her zamanki gibi...
Fondaş yayın organlarında "Manavgat'ta yardım önceliği AKP'lilere verilmiş" manşeti bile atıldı. Daha ötesi var mı?
Ve tabii Atatürk'ün kurduğu her kurum gibi çöktükleri, istismar ettikleri Türk Hava Kurumu üzerinden yürüttükleri "Yangın söndürmede neden THK'nın uçakları kullanılmıyor" kampanyası.
Evvela şunu ifade edelim, yangında kaybettiğimiz her can, çok kıymetli. 20-30 yılda ancak yerine gelebilecek ormanlık alan, içindeki türlü canlıyla birlikte yok olup gitti. Canlarımız gitti, canımız yandı...
Telafisi olmayan şeyler için hesap kitap yapılmaz, yapılmamalı. Yangın bunlardan biri.
Peki yapılmadı mı?
Küçük bir arşiv taraması ile 90'lı yıllarda çıkan yangınlarla hangi yöntemlerle mücadele ettiğimizi görebilirsiniz. İtfaiye arabalarının, o da artık elde kaç tane varsa, hortumunun uzayabildiği yere kadar suyla, köylünün kazma kürekle taşıyabildiği kadar toprak atarak mücadele edilebiliyordu. Ne uçak kiralayacak para vardı ne de helikopter filosu.
1997 depreminde yanan TÜPRAŞ'ın söndürülmesi bile günler almıştı. Yangınlar neredeyse kendi doğal sınırlarına ulaşarak sönüyordu.
Devlet hiçbir doğal felakette, deprem, heyelan ve yangında, vatandaşının yaralarını sarabilecek imkanlara sahip değildi.
O yılları konuşurken genelde sağlık sisteminin kötülüğünü konu ediyoruz da her yer dökülüyordu.
Bugünkü imkanlarla kıyas dahi kabul etmez, öyle bir haldeydi memleket.
Muhalefetin her yangında konu ettiği THK ve uçaklar meselesine gelirsek...
Herhalde önce şu soruyu sormak lazım; 90 yıldır kurban derisi ve bağış toplayan bu kurum neden bugün çalışır vaziyette bir filo bulunduramıyor. Neden uçaklarının bakımını yaptıramıyor?
Sözü edilen kurumumda 2010-2017 arası görev yapan tüm yönetim ve denetim kurulu üyeleri hakkında güveni kötüye kullanma, resmi belgede sahtecilik, ihale sonucu menfaat temin etme, rüşvet ve haksız mal edinme suçları ile Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunulmuş. 41 kişinin, "rüşvet, zimmet, haksız mal edinme, suçtan kaynaklanan mal varlığı değerini aklama, görevi kötüye kullanma, sahte belge düzenlemek suretiyle vergi usul kanununa muhalefet" suçlarından cezalandırılması talep edilmiş. Ve bu süreçlerin sonunda kuruma kayyum atanmış.
Kayyum Heyeti Başkanı'nın ifade ettiğine göre, kurumun bankalara olan 1 milyar 250 milyon tutarındaki borcu, 2 yıl ödemesiz, düşük faizle ve 8 yıl vadeli olarak yapılandırılmış.
THK yine de, bakanlığın açtığı uçak ve helikopter ihalesini çok yüksek teklif verdiği için alamamış.
Yangında helikopterlerin daha etkin kullanılabildiğini bakanlık açıkladı. Halihazırda 45 helikopter, 6 uçak, 1080 arazöz, 10550 itfaiye elemanı, 280 su tankeri, 2270 ilk müdahale aracı, 660 iş makinası yangını söndürmek görev yaptı, yapmaya devam ediyor. Hal böyle iken THK'nın hurda uçakları için "Neden onları kullanmıyorsunuz?" diye kafa ütülüyor bazıları. Üstüne bir de "Yanan yerler turizme açılacak" yalanı...
Memleketin ciğerleri yanıyor; bu vurdumduymazlar ise bir taraftan yangına odun taşıyor, bir taraftan da ellerinde ayna saç tarıyor.