Uzunca bir süredir Türkiye’ye ve dış politikasına dair analiz yapmanın kestirme yolu, ‘eksen kayması’ yerine piyasaya sürülen ‘yalnızlık’ iddiasını dillendirmekten geçiyor.
11 Eylül sonrası döneme denk gelen ‘eksen kayması’ tartışmaları, Türkiye’ye dair tespit veya analiz yapma amacından ziyade, kestirmeden mahkûm etmenin bir aracıydı. Özünde İslamofobik refleksleri gizlemenin ucuz bir kisvesi de olan ‘eksen kayması’ tartışmaları, subjektif tabiatıyla entelektüel tutarlılığın sınırlarını bir kamu diplomasisi ve istihbarat manipülasyonuna dönüşünceye kadar zorladı. Artık sırıtır duruma gelince ve ciddiyetsiz bir hâl alınca da bir anda tedavülden kalkıverdi. Özellikle 2006-2010 arasında yoğun bir şekilde kullanılan bu kurgunun, bugünlerde neredeyse bir müşterisi kalmadı. Şimdilerde entelektüel vandalizmin raf ömrünü tüketmiş bir argümanı olarak hatırlanıyor sadece.
Oysa ilginçtir, eksen kayması tartışması özü itibarıyla 11 Eylül sonrasında dünyanın farklı jeopolitik bölgelerindeki eğilimlerin büyük bir kısmı için gerçekleşen önemli bir tartışmaydı. Hatta Amerika’nın resmî bir -güvenlik- politika(sı) olarak ilan ettiği Asya eksen kayması, Avrupa’nın yaşadığı siyasi ve ekonomik bunalımın nasıl bir yönelim doğuracağı, yükselen piyasalar ve ülkeler üzerinden küresel ekonomi-politikte yaşanacak eksen kaymaları 11 Eylül atmosferinin getirisi olan tartışmalı konulardı. Bunların yanı sıra, 1990’ların neoliberalizmin zirvesi olmasının ardından Sağda ve Solda yeni akım tartışmaları, tek kutuplu dünyaya eksen kayması ve Kuzey-Güney arasındaki eksen kaymaları gibi oldukça ciddi meydan okumalar da gündemdeydi.
Bütün bu siyasi ve felsefi anlamda devasa başlıklardan Türkiye’nin payına, ‘İran mı olacak, Malezya mı olacak?’ çapsızlığını aşamayan ve merkezinde -ilan edilerek veya edilmeyerek- İsrail’in olduğu ‘eksen kayması’ tartışmaları düşüyordu. Bu durum, küresel anlamda hem reelpolitik hem de felsefi olarak oldukça ciddi bir şekilde ele alınan sorunun, Türkiye’de başka başkentlerden tercüme marifetiyle cümleler kurabilenler tarafından perdelenmesine yol açtı.
Mısır’da 2013’teki kanlı askeri darbenin ardından Türkiye’nin payına düşen tartışma, yine eksen kaymasındaki zımni İslamofobik zihinsel kodlar içerisinden ‘yalnızlık’ tartışmasının köpürtülmesi oldu. Oysa küresel ve bölgesel işbirliklerinin zayıfladığı, küresel sorunlara katılımcı bir küresel cevap verme yeteneğinin buharlaştığı, küresel siyasal ve ekonomik kurumların tıkanarak ilan edilmemiş bir şekilde ‘her koyunun kendi bacağından asılmaya başlandığı’ bir döneme girildiği tartışmaları da benzer şekilde yeni dönemin önemli başlıklarını oluşturuyordu.
Bu başlıklar etrafında, Amerika’nın ‘çekimser veya kararsız güç’, Avrupa’nın ‘pasif güç’, Rusya’nın ‘kontrolsüz güç’, Çin’in ‘siyasetsiz güç’ gibi sıfatlarla anıldığı bir dönem yaşanıyordu. Özellikle 2004’te yaşanan enerji fiyat devrimini izleyen 2007 küresel mali krizinin büyüyerek 2008’de küresel ekonomik krize dönüştüğü bir dönemde, yukarıdaki sıfatların tamamı işbirliğinden ziyade ‘yalnızlık’ dünyasına işaret ediyordu.
Oldukça Oryantalist bir okuma ile bu ülkelerin ve bölgelerin yaşadığı siyasetsizlik krizleri ‘zamanın ruhu ve dönemin gerilimleri’ içerisinde tefsir edilirken, konu Türkiye olunca müstehzi bir dil zuhur ediyordu. Bunda elbette, ‘yerli muhbirlerimizin’ şehvetli bir şekilde küresel entelektüel vandalizm ateşine bol miktarda odun taşımasının katkısı eşsizdir. Lakin acı haber şu: Yalnızlık edebiyatı tıpkı eksen kayması manipülasyonu gibi miadını doldurdu.
Asırlık bölgesel düzen sallanırken ve yarım yüzyıllık 1945 düzeni tıkanırken, Türkiye’nin ünsiyeti olan ekosistemlerdeki çalkantının tamamını Ankara’ya ciro etmeye varan yaklaşım tarzı, eğer ciddiyetsizlik değilse ancak kötü niyetle telif edilebilir. Mukayeseli bakıldığında, küresel ve bölgesel aktörlere göre bütün ülkelerle beraber Türkiye’nin de sahip olduğu kapasite sıkıntılarına rağmen, ‘geç demokratikleşmenin enerjisiyle’ Türkiye’nin küresel siyasetsizlikten pozitif ayrıştığı görülür.
Hemen her kriz alanında ve anında kendine özgü siyaset ortaya koyabilen Türkiye’nin enerjisini yalnızlıkla değil, farklılıkla açıklamak gerekiyor. Rahatsız olunan tam da budur!