Hem İhvan’a, hem de Mısır’da yeşeren demokrasi ümitlerine çok yazık oldu... Belki de 40-50 yılın emeği bir çırpıda boğuldu, adeta sıfırlandı... Ne yazık ki liberaller, demokratlar ve hatta bir kısım dindarlar da bu katliama onay verdiler, darbecilerin yanında yer aldılar...
Türkiye de dâhil, birçok kişi Batı dünyasının darbeye ‘dur’ demesini beklerken, Batı’nın Ortadoğu’da kendisine demokrat olduğu, yaşananları durdurmak bir yana, içten içe mutlu olduğu kısa sürede anlaşıldı. Rusyası, ABD’si ve Avrupası Müslüman Kardeşler ve benzeri yapıların iktidar şanslarının kalmamasını istiyor, bu çok açık...
Batı’nın yaklaşımı hayal kırıklığına neden olurken, en büyük soğuk duş Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın İhvan’ı terörist ilân etmesi ve Mısır Ordusu’nun yanında yer aldıklarını açıklaması ile yaşandı. Böylece anlamış olduk ki sadece Mısır toplumu değil, genel olarak İslam dünyası paramparçadır ve siyasi anlamda İslam dünyası diye bir dünyadan bahsedebilmek mümkün değildir.
Ne yapmalı?
Bölgenin ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasi sorunları tepelenmiş çözüm beklerken Arap Baharı her geçen gün ‘yalancı bahar’a dönüyor. Onlarca yıl kurtuluş ümidiyle kıvranan halklar Irak, Suriye, Afganistan, Yemen ve Mısır’da ümitsizlik çukurlarına düşüyorlar. Tunus, Lübnan ve diğerlerinde de aynı sonun yakın olduğu endişeleri ümitsizliği bir kat daha arttırıyor. Peki, bu durumda ne yapmalı?
Mısır Darbesi ve İhvan’ın düştüğü hal bizlere göstermektedir ki hasmımızı ve kendimizi iyi tanımaz isek, hayal dünyasında kendi gücümüzü abartıp, rakiplerimizin zulmetme niyet ve kapasitesini hafife alırsak bunun sonu her zaman felaket olur, yılların emeği kısa sürede boşa gidebilir. Bu nedenle öncelikle yalancı baharlara kanmamak gerekir, sokağın yükselen alçalan tansiyonu ile hareket etmemelidir.
Yaşanan olaylar göstermektedir ki Ortadoğu’da çoğulcu ve yapıcı siyasetin üzerinde yeşerebileceği bir zemin hala oluşamamıştır. Öncelikle bunun sağlanması, yani yetişmiş insan gücünün ortaya çıkarılması gerekir. Bu ise kültür, eğitim ve benzeri alanlarda uzun soluklu yatırımlarla mümkündür.
Eğer Türkiye bölgenin kurtuluşuna katkı vermek istiyor ise gelecekte ortaya çıkacak gerçek uyanışlara zemin hazırlayacak insan gücünün yetiştirilmesine ve toplumların şuurlandırılmasına yoğunlaşmalıdır. Bu yolda kimseyi korkutmadan, ikili ilişkiler arttırılmalıdır. Ticaret, turizm, doğrudan yatırımlar, kültürel faaliyetler, eğitim, yayıncılık ve benzeri alanlarda işbirlikleri bölgenin yumuşaması ve iş yapılabilir hale gelmesinde en önemli araçlardır. Ancak bu yolla Türkiye deneyimi bölgeye aktarılabilir ve diktatörlüklerin altı yumuşatılarak ve kimseyi korkutmadan boşaltılabilir.
Bölgedeki kavgalarda taraf olmaktan özellikle kaçınmak gerekir. Bu kavgalar zâhirde haklı-haksız kavgası gibi görünse de, özünde kardeş kavgasını tetikleyen ve ülkeleri birer kül yığınına çeviren çatışmalardır. Daha da önemlisi söz konusu kavgalar hiçbir şeyi çözememekte, tam tersine yeni sorunlar üretmektedir.
Bir diğer gerçek ise bölge halkları sorunlarını çözmede yalnızdırlar, kendilerinden başka dostları yoktur. Hatta bazı durumlarda kendileri dahi kendilerine dost olamamaktadırlar. Bu şartlar altında Türkiye’nin sorumluluğu daha da büyümektedir.
Özetleyecek olur isek, bölgenin kurtuluşunda kestirme yollar yoktur. Demokrasi ve işbirliği için sosyal ve kültürel yapılar inşa etmek hiçbir zaman kolay bir iş değildir. Yalancı baharlara bel bağlayıp, seraplar görmek ise en büyük felakettir.