Eğer etik, başkalarının haklarına ''nurlu'' gözlerle bakmak ise bugünlerde en fazla ihmal edilen, sefil, perişan ve en fazla zulüm gören zavallı kavramlardan biridir herhalde. Ahlak, toplumsal hayatın içinde hep birlikte gelişip serpilmenin kurallar bütünü değil miydi? Eğer hep birlikte gelişip serpilmeyeceksek, ötekinin hak ve hukukunu kendi hak ve hukukumuz gibi gözetmeyeceksek o zaman ne ahlakın ne de daha geniş bir bağlama oturan etiğin anlamı kalır?
Başkalarının hayatı da bizim hayatımız gibi değerli ve çok anlamlıdır. Öteki denilen diğer insanlara reva görülenler, esasında etik ve ahlaki açından bizim yozlaşmamızdan başka sonuç doğurmaz. Ötekinin varlığına haklarına ve kutsallarına saygı göstermeyen, kendi varlığına değerlerine ve kutsalında saygı göstermeyendir. Nihayet öteki dediğimiz insanlar ''kendimizi onlardan ödünç aldığımız insanlardır''. Onlar İlhami dedikleri için ben İlhami oluyorum. Onlar iyi dedikleri için ben iyi oluyorum.
Benim meşruiyetim onların bana sağladığı meşruiyet zeminleridir. Onlar olmasa bir adada yalnız başına yaşıyor gibi olacaktım. O zaman da bir dile bile ihtiyacım olmazdı. Konuşma denilen şey ötekine söylediğimiz şeydir. Bir adım daha ileri giderek şunu söyleyebilirim, aslında biz ötekiler için düşünürüz. Biz ötekiler görsün diye giyiniriz. Biz ötekiler onay versin diye fikir üretiriz.
Ötekilerin varlığı bizim hayatımız için bu kadar elzem ve önemliyken biz ne zamandan beridir iç benliğimizin köleleri haline geldik? Ne zamanda beridir, toplumsal hayattaki karşılığımız sadece bizim kişisel çıkarlarımız oldu? Ne zamandan beridir bu kadar harisleşip, çirkinleştik? Ne zamandan beridir fitne ve fesat olmadan yaşayamaz hale geldik?
Büyük dil filozofu ki biz ona son filozof da diyebiliriz, Wittgenistein şöyle diyordu '' yalan söylemek insanların çıkarınaysa bize neden doğruyu söylesinler''. Wittgenistein'e göre doğruyu dosdoğruluğu ve hatta dobralığı aşındıran ve yozlaştıran çıkarlardır. Herkesin belli ölçülerde kendi çıkarını gözetmesi bir bakıma normal bir davranıştır. Ama çıkarları imtiyaza dönüştürüp bunu aslı astarı olmayan yalanlarla beslemek artık düşkünlük sayılır.
Düşkün bir toplumun bireyleri, elma kurtları gibi birbirlerini içeriden kemirmeye başlarlar. Biri ötekinin omuzlarına basarak yükselme telaşına düşer. Statü endişeleri yalan kabuklarından oluşan bir toplumsal koza örer. Bir süre sonra hiç kimse nefes alamaz hale gelir. Ucubeleşen toplumsal doku, önce kendi sosyolojisini tahrip eder; çünkü herkes ötenin gözünü çıkarmakla meşguldür.
Böyle bir toplumsal cinnet halinden özgürlük ve gelişme filan çıkmaz. çıksa çıksa yalan yarışmasının altın madalyalı yüzsüz, ruhsuz dalkavukları çıkar.Yalan özgürlüğün düşmanıdır. Her yalan özgürlükleri sınırlayan ateş çemberidir.
Yalanın toplumsal hayata davet ettiği diğer kabus korkudur. Çünkü her yalan suskun bir toplum talep eder. Sinmiş sindirilmiş toplumsal yapı, bir yılanın bir fareyi ısırması gibi, toplumu titrete titrede ölüme terk eder. Biz bunu hak etmiyoruz. Biz bu değiliz ve mutlaka bir yolunu bulup bu yalan çılgınlığına son vermeliyiz.