Balyoz davası kararları sivil-asker ilişkilerini ve darbe meselesini anlaşılan bir süre daha gündemde tutacak.
Açıklanan balyoz davası kararları hukukiliği hakkında söz söyleyebilecek durumda değilim.
Hukukçu değilim, davaları yakından izlemedim, 11 no’lu CD’yi bile okumadım, bu nedenlerden alınan kararlar doğrudur, yanlıştır diyemem, Yargıtay aşamasını beklemek zorundayız ama yine de hatırlanması gereken nokta bu davadan yargılanan kişilerin artık tutuklu değil, hükümlü oldukları gerçeği.
Bendeniz de bu yazıda hüküm giyen muvazzaf ya da emekli subayların darbe girişimlerini değil ama toplumun yaklaşık tümünün üzerinde mutabık olduğunu düşündüğüm başka bir konuyu, TSK’nın kurumsal kimliği açısından daha önemsediğim bir konuyu gündeme taşımak istiyorum.
Varsayımlar bu tür tartışmalarda önemlidir; varsayalım ki, Balyoz davasında yargılanan tüm askerlere yöneltilmiş bulunan iddialar iftira, Balyoz meseleside dış güçlerin, TSK’yı devre dışı bırakmak isteyen karanlık güçlerin bir uydurmasıdır.
Varsayım değil mi, yapmakta bir sakınca yok.
Hüküm giyen 325 muvazzaf ya da emekli subayın darbe planlarının yanından bile geçmediğini düşünelim.
Söz konusu Balyoz planını Türkiye, Taraf gazetesinin bir yayınından, yaklaşık iki sene önce öğrendi.
TSK’ya tümüyle iftira niteliğinde olduğunu şimdilik ve kendimizi çok zorlayarak varsaydığımız bir darbe planı bir gazetede yayınlandığında acaba Türkiye’de kaç kişi TSK’nın böyle bir girişimi olduğunu duyduğunda kulaklarına dahi inanamadı, Türk ordusu asla böyle bir pis işin içinde olamaz, olmaz diye düşündü, çok şaşırdı?
Bu soruma çok rahatlıkla yaklaşık sıfır sayıda vatandaşımız diye cevap verebiliriz; yazımın başında bahsettiğim mutabakat bu.
Maalesef bu mesele sadece vatandaşla da sınırlı değil, yurt dışında Türkiye ile ilgilenen hiç kimse de “TSK hiç böyle bir girişimde bulunur mu?” diye şaşırmadı.
Vatandaşların bir bölümü bu pis girişim iddiasına çok sinirlendi, sorumlularının cezalandırılmasını istedi, başka bir kesim, ne mutlu Türkiye’ye ki sayıları daha az, “bir darbeyi bile ellerine, yüzlerine bulaştırdılar” diye sinirlendi, başka bir küçük kesim de anında iddiada ismi geçenlerin savunmasını üstlendi.
AMA, kimse ortaya bomba gibi düşen bu Balyoz iddiasına şaşırmadı.
Türkçemizde “Allah yakışan iftiradan korusun” diye çok sevdiğim bir söz var.
Maalesef, bu maalesefin altını çiziyorum, Balyoz iddiası, iddianın doğru ya da yanlış olduğundan bağımsız olarak, TSK’ya yakışmıştır, hatta cuk diye oturmuştur.
TSK’nın mevcut komuta kademeleri mutlaka Balyoz kararlarının gerçekçi bir değerlendirmesini yapacaktır, yapmaz, yapamaz ise Türkiye bundan çok şey kaybeder.
Ama aynı komuta kademesinin bu yakışan iftira meselesini de MUTLAKA gündemine alması, TSK’yı darbe iddialarının, iftiralarının yakışmadığı bir kurum haline getirmek için çaba içine girmesi şarttır.
İddiaların ne kadar iftira niteliğinde olduğu zaten belli değildir, ortada bir yargı hükmü vardır ama Türkiye için, TSK’nın kurumsal kimliğinin geleceği için yargı kararları kadar bu yakışan iftira meselesi de önemlidir, hatta yaşamsaldır.
Aynı iddialar mesela İsveç ordusu için ortaya atılsa kaç İsveçli ya da yabancı gözlemci bu iddiaları ciddiye alırdı?
Ben TSK komuta kademesinin yerinde olsam, “yakışan iftira” meselesi, nedenleri ve çözüm yolları üzerine bir plan semineri yapardım doğrusu.