ABD ekonomisinin güçlü toparlanma eğilimi gelişme olan ülkeleri sıkıntıya soktu.
FED (ABD Merkez Bankası) piyasaya sürdüğü dolarları azalttı, QE politikasına yani para bolluğu politikasına ara verdi.
Ve Çarşamba günü itibariyle (yazımı Çarşamba akşamı yazıyorum) dolar 2.07 seviyesini gördü.
Ancak, bu doların kıymetlenme sürecinde pek de yalnız sayılmayız.
Elimde 24-30 Ağustos tarihli The Economist dergisi var ve buradan gördüklerimize göre, 21 Ağustos 2013 ve 21 Ağustos 2012 arasında gelişmekte olan ülkelerin milli paralarının dolara göre değer değişimi şöyle:
Bu listeyi uzatmak mümkün.
Başka ülkelerle de ilgili analiz yapmak mümkün, hatta gerekli ama öncelik doğal olarak Türkiye’nin.
28 Ağustos itibariyle Türkiye’nin milli parasının dolar karşısında değeri 2.06 idi; 21 ağustos değil de bu değeri temel alırsak TL’nin değer kaybı yüzde on beşe yükseliyor ama bu oran bile gelişmekte olan ülkeler ortalamasına yakın bir oran.
Meselenin kökünde, ülkemiz için, çok yapısal, tarihsel bir sorun var, bu sorun da Türkiye’nin bir dizi nedenden, başta muhtemelen eğitim kökenli verimlilik olmak üzere, yeterli döviz üretememe sorunu.
Bir biçimde bu sorunu aşmamız, kalıcı bir biçimde aşmamız gerekiyor.
Bu sorunu kısa ve orta vadede verimlilik artışlarıyla ihracat üzerinden aşmamız çok kolay değil; hatta hiç de kolay değil, kur artışlarıyla elde edilecek ihracat artışları asla ve asla arzulanan sorunları veremeyecek, ihracatın kur esnekliği çok düşük artık.
Uzun vade ise zaten iktisatçılar için belirsiz bir vade; Keynes, uzun vade için hepimizin öleceği vade diyor, iktisat teorisi kısa ve orta vade için anlamlı.
Kısa ve orta vadede ise daha fazla döviz arzı için “YEGANE” seçenek dış kaynak girişini ve özellikle de doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını büyük ölçüde arttırmak.
İhracatımızı arttıralım, ithalatımızı kısalım demek bu konulara pek aşina olmayan kulaklara hoş gelen ifadeler ama kısa ve orta vadede uygulanması olanaksız.
Türkiye büyümek zorunda bir ülke, bunun için döviz talebini, ithalatını arttırmak zorunda, ihracat çekişli bir büyüme de muhtemelen artık eski bir teori, demokrasi ile de çelişme riski var.
Döviz tedarik artışını sağlamak için ise muhtemelen, muhtemelen de değil, yegane çözüm olarak elimizde sermaye girişlerini, öncelikle de doğrudan yabancı sermaye girişlerini arttırma seçeneği var.
BÜROKRASİMİZİ bu hedefe yönelik kilitlemek gerekiyor.
Bu döviz açığını fazla veren dış ticaret üzerinden kapatmaya çalışmak pek mümkün değil.
Bu görüş tümüyle eski dış ticaret teorisinin bir yaklaşımı.
Türkiye’nin mutlaka, Dış Ticaret Bakanlığı ya da Müsteşarlığı yanında, bir yabancı sermaye bakanlığına ihtiyacı var.
Bu bakanlık hem ekonomiye hem de yabancı sermaye girişlerinin motoru olan ekonomi hukuka bakmalıdır.
Bu bakanlığın en büyük avantajı ise performansının kolay ölçülebilir olması.
Türkiye, çok başarısız politikalar sonucunda, 1954-2004 arasında, elli senede toplam 18 milyar dolar doğrudan yabancı sermaye çekebilmiş iken, doğru politikalar sonucunda, sadece 2006 senesinde, evet bir senede 22 milyar dolar doğrudan yabancı sermaye çekti.
Türkiye’nin geleceği, özgür ve müreffeh geleceği, küresel koşullar ne olursa olsun, 2004-2007 politikalarına geri dönmek ve bir de “Yabancı Sermaye Bakanlığı” kurmak olmalıdır.