Erken evlilikle, tecavüzü birbirine karıştıran, kötü niyetli bir tartışma içinde boğulduk geçen hafta.Adalet Bakanı ısrarla; “tecavüzcüye af yok, böyle bir şey getirmiyoruz. Küçük yaşta evliliklerin önünü de açıyor değiliz. Bunu söyleyenler bilinçli olarak yalan söylüyor. Bu düzenleme cinsel istismar veya tecavüze muhatap olmayan ailelerin mağduriyetini önlemek için ve bir defaya mahsus düzenlendi” dese de... Ciddi bir hücum oldu hükümet cenahına...
Rıza ile yapılmış erken evliliklerde, yaş küçüklüğü yüzünden yasal takibe uğrayan kocanın hapse atılışı, ciddi mağduriyetlere sebep oluyordu, şikayetler birikiyordu. Karşılıklı rıza ile herkesin bilgisine açık, kaç/göç’süz düğün dernekle evlenmişler, aile olmuşlar, çoluk çocuğa karışmışlar ama ardından koca, TCK 103’e göre cinsel istismar’dan içeri alınmış. Arkada, kirayı bile ödeyemeyen gözyaşlı bir eş ve bir dilim ekmeğe muhtaç çoluk çocuk... Ekonomik psikolojik zorluklarla baş başa... “Aile Bütünlüğünü Olumsuz Etkileyen Olayları Araştırma Komisyonu”nun verdiği bilgiye göre bu mağduriyeti yaşayan 3 bin 400 aile var. Düzenlemeye gidiliyor.
Evet özensiz bir dil, evet daha açıklayıcı olabilir, evet bu konu daha geniş bir halk desteği ve halkla ilişkilere oturtularak dizayn edilebilir. Hiçbirisi için gecikilmiş değil. Nitekim hem Cumhurbaşkanı hem Başbakan bu konuyu dillendirdiler...
Ama ne zaman?
Sümeyye Erdoğan’ın başını çektiği KADEM konuşmaya başladıktan sonra. Dr. Sare Aydın’ın meseleyi vuzuha kavuşturan ve vicdanları ağartan çıkışından sonra... KADEM’i kuruluşundan beri takip eden ve zaman zaman değişik projelerinde yer almış birisiyim. Benim burada dikkat çekmek istediğim şey, KADEM’in özellikle Sümeyye Erdoğan’ın desteklerinin bizim için ne anlama geldiğiyle ilgili...
Diyebilirsiniz ki, ne fark eder, önemli olan sonuç almak değil mi.. Nitekim KADEM ve Sümeyye Hanım el attılar, durum hemen düzeltilme aşamasına geçti... Elhak doğru. Kadın hakları hareketine ömrünü vermiş birisi olarak müspet sonuç alacak her hareketi önemsemeyi öğretti bana yıllar...KADEM’i çok önemsiyorum lakin giderek ‘’Devlet’’ veya ‘’Kamu’’ zannedilmesi tenakusuyla karşılaşmasını asla istemem...
Niye mi?
Bizim uzun yıllar eleştiriye tabi tuttuğumuz ‘’devlet feminizmi’’ diye bir şey vardı, şimdiki gençler pek hatırlamaz ama devlet başörtü yasaklarında bile bunlardan destek alırdı. Bu durum yalnız Türkiye’de değil, tüm 3. dünyada ‘’ana akım feminizm’’in yapılandırılması (aslında islam toplumlarındaki geleneksel kadın ve aile formlarını eleştiriye tabi tutmak, dönüştürmek amaçları)için kurgulanmış, kadrolandırılmış, ardından proje destekleri ile de sağlama alınmış, bilinç yükseltmeye odaklı bir politik tavırdıaslında. Yerli oryantalizmin en bariz göstergelerindendi... Haliyle bizlerce de eleştirilirdi. Ardından bizzat feminizmin kendi içinden geliştirdiği eleştiriyle bu yoldan/üsluptan kısmen de olsa vazgeçildi. Bugün devlet feminizminden eskisi kadar şikayet etmiyorsak, dönemi kapanmışsa, bunda muhafazakar kesimin getirdiği eleştiriden çok, yine feminizmin kendi içinden kendine dair çıkarttığı dürüst eleştiriyi zikretmek gerek...
Kadın hakları mevzu; doğası, yapısı ve felsefeleri itibariyle, sivil, çoğul ve çok çeşitlilik arz etmesi gereken bir usulde işler...
Başta Bakan Hanımın ve diğer kadın vekillerin daha aktif olabilecekken niçin Sümeyye Erdoğan’ın konuşması beklenmiştir anlayabilmiş değilim... Daha bu mesele, mektuplar ve şikayetler faslıyla vekillerin bilgisine intikal ettiğinde veya çalıştaylarda görüşülürken hiç değilse lobilerde bahsi geçerken ciddiye alınıp, özen önlemine geçilmeli değil miydi... Birebir görüşme imkanınız yok muydu Başbakan’la, Adalet Bakanı’yla... Siz görüşemezseniz kim görüşecek Allahaşkına. Niçin KADEM’in tavrı bekleniyor...
Bunun bir de KADEM’in üzerinde toplayacağı yük hadisesi var. Devlet gibi görülmeye başlanırsa bir sivil örgüt, sivilliği zaman içinde tavsar, hareket kabiliyeti yavaşlar, saygınlığı artsa da hızla ihtiyarlar, ağır başlı bir onay makamına dönüşebilir. Daha da önemlisi diğer kadın hareketleri veya hareketlilikleri, kendi içinde merkez/çevre hiyerarşisine yol açacak bu makbuliyet tanımına ve devletle yakın mesafeye gönül rızasıyla yaklaşmazlar... Handikap da tam buradan çıkar. Artık sivil değil, devlet olarak görülür o kurum...
Derdimiz elbette üzüm yemektir, bağcıyı dövmek değil. Lakin durduk yerde yük bindirmeyelim omuzlarımıza...