Barış Pınarı Harekatı’na karşı Batı başkentlerinde yırtınırcasına “Rojova işgal ediliyor” diye bağıranlar var, şaşırmıyoruz. Hakeza Türkiye DEAŞ’la işbirliği yaptı yalanını yeniden dolaşıma sokanları gördüğümüzde de... Kandil’e operasyon yapılmasına dahi karşı çıkmış CHP’lilerin olduğu bir yerde PKK’nın siyasi uzantılarının kapı kapı dolaşıp “Bizi satmayın” diye yalvarması, Rusya ile ayrı, Esed ile ayrı pazarlığa oturması ya da Türkiye’yi cezalandırmak için hapiste tuttuğu DEAŞ’lıları salıvermesi falan.... Hepsi muhtemeldi. Nitekim izleyip görüyoruz.
Şaşırtıcı olan Türkiye’nin bu operasyonu hiçbir zaman yapmayacağının ya da yapamayacağının düşünülmesi. Birileri ciddi ciddi Türkiye’nin bu işe kalkışamayacağı görüşündeydi. ABD’yi karşısına alamaz, olası ekonomik operasyonlara direnemeyeceği için geri durur vs. diyorlardı. Üstelik ekonomi üzerinden Türkiye’ye savaş açılıyor dediğimizde “Ne alakası var, ekonomiyi yönetimi kötü bahane buluyorsunuz” diyenlerdi bunlar.
***
Evvela şunda hemfikir olmalıyız; Türkiye’nin egemen bir devlet olarak temel güvenlik tehditlerine karşı alacağı pozisyonu iktidardaki parti üzerinden değerlendirmek, iktidar vizyonundan ve devlet aklından çok uzağa düşmüş olmak demektir. Terör örgütünün bunca şımartılmış olmasından hareketle Türkiye’nin artık bu örgüte ses çıkartamayacağı, YPG’nin PKK’dan farklı olduğu yalanına inanmış gibi yapacağını zannedenler için maalesef bu tespiti yapmak durumundayız; Türkiye’nin bu operasyonu er geç yapacağını tahmin edemeyenler devlet yönetmek şöyle dursun üç koyunu güdemeyecek durumdadır.
Türkiye, sırf Batı’nın bugün işine öyle geliyor diye YPG’yi PKK’dan bağımsızmış gibi gösterme çabasını yutarsa şayet zaten devlet olamamıştır. Ve maalesef bölgemiz devlet olamamış yapılarla doludur.
Bu yapıların ABD ve Rusya gibi büyük askeri güçlere yaşattığı tatmin duygusu, demokrasi, insan hakları, basın özgürlüğü gibi kavramları silaha dönüştüren Avrupaların PKK’nın katlettiği siviller için dahi tek bir yargılayıcı cümle kurmaması ve daha pek çok şey terör örgütü ve mensuplarını “Bu sefer olacak galiba” düşüncesine sevk etti.
***
Abdullah Öcalan’ın yakalanmasından sonra örgüt Sovyetler yerine zaman içinde ABD’nin güdümüne girdi. Bu, PKK için ‘özgür dünya’ya kabul edilmek anlamına geliyordu. Bu dünyanın dili, terminolojisi daha farklıydı. Soğuk Savaş bitmişti ve artık yeni şeyler söylemek lazımdı. Bu arada Abdullah Öcalan’a da hapiste yeni şeyler okutturuldu. Böylece PKK için yeni bir siyasi strateji geliştirildi ve “bağımsız Kürdistan” fikri revize edilerek “ekolojik, feminist demokrasi” gibi yan kavramlarla da süslenen “kantonal yönetim modeli” yani “demokratik özerklik” fikri dolaşıma sokuldu.
***
Hatırlarsanız 7 Haziran 2014 seçimlerinde ilk kez barajı geçerek Meclis’e 80 vekil soktuğunda bu, demokratik özerklik ilanı için gerekçe sayıldı. Öcalan’ın geliştirdiği teoriyi uygulamaya koymak için bir fırsat olarak görmeye başladılar sandıktan aldıkları oyu.
Ve zannettiler ki önce Suriye’de sonra Türkiye’de kanton fikrini kabul ettiririz; Nasıl ki Irak’ta ABD işgali böyle bir zemin doğurdu, Suriye’deki savaşla “Rojova devrimi” yaptık, Türkiye’de de çok oy aldığımız yerlerde hendek savaşı başlatır, ABD ve Avrupa’nın da desteğiyle buralarda da kanton yönetimini teşkil edebiliriz.
Türkiye sınırları içinde bunu yapamayacaklarını anladılar tabii. Kazdıkları hendeklerin içine gömülmeleri çok zaman almadı. Ama doğrusu Akdeniz’e bağlamayı hayal ettikleri terör koridorunun TSK tarafından tarumar edileceğini hiç beklemiyorlardı.
Ya ne olacağını zannediyorlardı? Türkiye’nin dibinde PKK’nın siyasi egemenlik alanı teşkil etmesine izin vereceğini mi? Türkiye’nin ABD’den ya da Rusya’dan çekinerek buna razı olacağını ve düşünmek, bir gece ansızın gelebiliriz lafının blöf olduğunu zannetmek, ne bileyim bu devleti hiç tanımamak demek...